Canım Benim Ne Kadar Profesyonel !

15:56 Bahar ERGÜL 0 Comments

Her zaman söylerim, bu devrin insanı değilim. Beni yakından tanıyan insanlar da sık sık kurar bu cümleyi. Bazen hayatın örgüsüne ve uzaylı gibi baktığım için, bazen de fazlasıyla kırılgan olduğum için bir fanusta yaşadığımı iddia edenler bile oldu. Her neyse, uzun zaman önce vazgeçtim ‘başkaları’ nın söylemlerini dikkate almaktan. Kimse senin nasıl hissettiğinle pek ilgilenmiyor çünkü. Referans göstermek bile yersiz aslında. İyi böyle.
Tabi ki bu durumun da hastalıklı sonuçlar doğurabileceğini keşfedişim yeni değil.. Mesela yalnızlığına aşık olup, Narsizmin doruklarında bulabiliyorsun kendini. Bir yanın öğrenilmiş çaresizlik, bir yanın artık Kaf Dağı’ndaki burnun.. Kafayı iyice yedikten sonra da içinde müthiş bir halay çekme arzusu.
İnsanoğlu tuhaf yaratık. Tuhaf ve basit. Herkes çok biliyor! Herkes her konuda bilirkişi? Her konuda bilirkişi olma iddiasındakilere bakıyorsun, bir gülme geliyor ister istemez. Hangi altyapınla? Hangi vizyonunla diye sormak istiyorsun. Lakin sinir bozucu bir cevap alacağın aşikar olduğundan kıstırıyorsun kuyruğu. Bırakıyorsun kendini kitapların dünyasına. Sinir etmiyor en azından.

Size o dimdik ama bir b.ka yaramayn kuyruğunuzla mutluluklar efenim..
18. Yüzyıl Fransası’ nın sonradan görme aristokrat bir ailesinde doğmak, piyano ve bale öğrendikten sonra, 9 yaşında ilk opera deneyimiyle yol almak ve siyah beyaz fotoğraflardan ibaret bir hayat yaşamak varken.. Ben insanlık tarihinde ukalalığın tavan yaptığı bir devre denk geldiysem, etrafa çamur atmaya da gerek yok sanki? Kör talih diyelim ve konu kapansın.

Kabarık eteklerle meyve bahçelerinde efil efil gezmek varken, bilgisayar ekranına hapsolan bir çağda yaşayıp, yalnız ve huysuz bir kadın olduysam ve kahve içip Bülent Ortaçgil dinliyorsam bunda benim suçum ne?

Hepten kendime sarmıyorum tabi. Maymunlar cennetine dönen insanlık ta pir-ü pak değil. Ne yana dönsem yularını başkasına kaptırmış lakin ezikliği paçalarından akan sözümona  külhanbeyi 'profesyoneller'. Bir de bir ‘uzman’lar ki sormayın gitsin. Sağlam kaleler zapt etmişler üstelik. Ağızlarına birer parmak bal sürülünce nasıl da aslan parçasına dönüşüyorlar !
Dillerindeki tükürük kuruyunca/yalakalık pınarları son bulunca ne yapacaklar acaba diye derin düşünceler içerisindeyim. Ya da kendilerinden daha tükürüğü bol biri dahil olursa sisteme?
Demem o ki hayat Fransız romantizminden bir hayli uzak ve Natıonal Geographic’in ayı belgeselleri kadar sevimli(!) ancak.

Çok debelenmeyeceksin sevgili okur. Düzen artık bu. Altyapısı olmayan, eğitimsiz, içi kof amma ve lakin burun deliklerinden ego fışkıran tipler altın çağını yaşıyor. İşin kötüsü onlar da bir sınıflandırma yoluna gitmişler! İyi ve kötü kavramları onların da gündemlerinde ?

Onlar da karakter tahlili peşinde! ‘Sende olmayan bir şeyi nasıl tahlil edip ölçüyorsun bi anlat hele?’ demek istiyorum. Sonra bu konu da benim sonsuz ukalalığıma yorulacak diye vazgeçiyorum.

Komikler.

Sen kimsin? Boğazına kadar pisliğe batmışsın, makamından olmamak için çevirmediğin fırıldak kalmamış ve üstelik daha kendi durumunun idrakında değilsin ama ‘felanca iyi, feşmanca kötü’ gibi gerzek bir ifadeye girmişsin. Kusura bakma sen ancak kendi dengindekilere yedirirsin bunları. Biri de çıkıp demiyor ki bunlara, güzel kardeşim senin zaten IQ düzeyin -30 neyin peşindesin??
Herkesin zamanla yarattığı bir çöplüğü var bence. Seninle aynı frekansta olanları etrafına toplar mastürbasyon yaparsın bir ömür.. Bunu da başarı zannedersin, biri gelip kıçına tekmeyi basana ve gerçek hayatta hiç dostun olmadığını görene kadar.. Menfaatleri bitince toz olan insanları fark ettiğinde anlarsın kurduğun ilişkilerin kalitesini.

Siz bu söylediklerimi bi ara düşünün e mi.
Bu arada  (-ne olursa olsun)  mutlu olmayı ihmal etmeyin. Ve sakın şunu unutmayın, mutlu insanları kimse sevmez. Çünkü mutlu insanlar,  ‘diğerlerinin’  egosunu incitir.

Ben de şurdan iki Fransız şarkısı dinleyeyim.. Bir de Can’ın kitaplığından yürüttüğüm bir kitap var elimin altında, ona yumulayım...

0 yorum:

Bazıları Yalnızken Daha Mutludur

20:00 Bahar ERGÜL 0 Comments




Nefes alabilmenin yolu herkeste farklı.
Bazıları yalnızken daha mutludur. Bazılarıysa sosyalleşip kalabalıklara karışmadan hayatta kalamıyor. Kimileri yalnızlıktan beslenir, kimileri kaostan…

Okul bitti çok şükür. Uzun süredir çalıştığım şirketten de ayrıldım. Evdeyim… Müziğe, kahveye ve keyif yapmaya doyana kadar ya da en azından kafamı toparlayana kadar ders yok. Muhtemelen iş te olmayacak.
Biraz daha kendimleyim bu sıralar. Yalnızlığımdan beslendiğim muhteşem zamanlarda. Ders yok, sınav stresi yok. IQ düzeyi yerlerde, ahlaksızlık düzeyi tavanda olan insanlardan da bir süreliğine uzak kalacağım. Mutlu zamanlarımda dibimden ayrılmayıp, zor günlerimde sessizliğe bürünen sahtekarlar da yok.
Neden bilmiyorum, inanılmaz bir soyutlanma halindeyim. Kimseyle görüşmüyorum. En sevdiklerim dahil. Telefonlara çıkmıyorum mesela. Sosyal medya zaten iyice anlamsızlaştı benim için, kuru gürültü gibi geliyor. (Hayatını orada geçirenlere yok bir lafım)
Yolculuklarımı düşünüyorum çektiğim fotoğraflara bakarken. Tanıdığım insanları ve bıraktıkları izleri. Sahi ben de dünya üzerindeki herhangi birinde iz bırakmış mıyımdır? Bir yerlerde beni düşündüğünde hislenen birileri var mıdır...
Arkadaş grubumdan bir süreliğine ayrıldım. Buna ihtiyacım olduğunu söyledim. Birbirlerine baktılar, ses çıkmadı kimseden. Yalnız gidiyorum canımın istediği yere.  Galata’ya bira içmeye, fotoğraf çekmeye. Geçen gün Akvaryuma gittim mesela tek başıma. İlk defa Florya’yı gezdim. Güzelmiş.
Sabahları şehir uyurken adımlıyorum sokakları. Bir şişe süt ve bir ekmeği kapıp hayalet gibi giriyorum evime. Hafif bir şeyler atıştırıp kayboluyorum kitaplarımın arasında. Güzel belgeseller yakalıyorum bazen. Bazen ise internetten izliyorum yatağıma uzanıp. Bir kaç yabancı diziye başladım ve bitirdim.
Çocukluk fotoğraflarıma baktım dün. Yanaklarım kıpkırmızı, suratımda kocaman çığlık/kahkaha arası bir şey! Nasıl afacan bakıyorum nasıl... Bu sabah aynada gördüğüm kadınla pek benzemiyorlar birbirlerine. Kırılmış, üzgün ve ürkek bakıyordu O. Bir de olabildiğine yalnız...
Akşamları duş alıp pijamalarımı ve pofidik çoraplarımı giyince mutlu oluyorum nedense. Kocaman bir bardak sütle yatağıma giriyorum. Norah Jones şarkısı dinlemeden asla kapatmıyorum gözlerimi…
Geçenlerde ilk defa semt pazarına gittim. Domates seçtim, kıpkırmızı elmalara bakarken bi tane teyze bir dilim kesip oracıkta sokuşturdu ağzıma. Fesleğenlere baktım. Aklıma ananem geldi. Mevsimi değil aslında ama aldım iki tane. Adam ederim ben onları, sevince herşey oluyor... Birer pembe kurdele kondurdum üstlerine ve koydum balkonuma.
Bir de bu ara eleştiri dergilerine dadandım. Edebiyat ve film eleştirileri okuyorum sürekli. Sanat eleştirileri biraz ağır bir dille kaleme alınıyor. Haftalık yayınlanan tüm dergileri gidip gün sektirmeden topluyorum D&R’ dan.. Bir zamanlar birikimli insanların çalıştığı fakat sonraları ekiplerini ve yöneticilerini inşaat işçilerine teslim eden D&R’ dan. Süreli yayınları soruyorum elime VOUGE dergisi tutuşturuyor. Çok komiksiniz.

Bunun yanında değişmeyen şeyler de var tabi.
Her güne gülümseyerek başlamak gibi.
Kaldığı yerden devam ediyor Michael Buble…
Bu gece bir Alman eşlik ediyor bana… Berlin’deyken aldığım bir kırmızı şarap.
Sevdiklerimi düşünerek yudumlayacağım.. Bir de çok özlediklerimi…

Bu arada,
Mutsuz filan değilim. Biraz yoruldum sadece. Ruhum tahrip olmuş fazlaca…
Böyle dinleniyorum ben.. Ancak yalnız kalınca tamir edebiliyorum kendimi çünkü.
İyi geliyor bana…

0 yorum:

Çekin O Pis Ellerinizi Üzerimizden !

12:20 Bahar ERGÜL 0 Comments

Konu küfre müsait olunca bana pek te manevra alanı kalmadı haliyle..
Ben kaba tabirlere bayılırım lakin bu defa hanım hanımcık bir yazı yazasım var.
Güzel kalpli bir kadın dedi ki, Bahar konumuz ‘kadına şiddet’..
Bomboş gözlerle baktım.. Öyle dipsiz bir kuyu ki.. Dünyalar kadar çile çekilen bu topraklarda, bir arpa yolu gidilemeyen bu aciziyeti nasıl dillendirecektim?

Üstelik Özgecan’ın nefesi ensemizdeyken henüz..
Gitti Özgecan…  Babası ise ‘toprak atma meleğime’ dedi… O toprağın altına girseydik keşke hepimiz…
Bizlerse bu coğrafyada çok çok alışık olduğumuz ve insanlığımızdan iğrenerek fark ettiğimiz kanıksamışlığımızla sadece ağladık… Kimsenin birbiriyle göz göze gelmek istemediği zamanlar bıraktı Özgecan bize. Bir de boğazlarımızda birer yumruk..
Şiddet başka bir dünya. İnsana, hayvana ya da herhangi bir canlıya şiddet uygulamak çok başka bir frekans. Kadına yönelik olanı sanırım birazda vahşet fantezisinden beslendiği ve Türkiye’de akıl almaz boyutlara ulaştığı için sık sık üzerinde durduğumuz bir konu.

Bu arada sorun insanların şiddet eğilimleri değil. Bu, tüm dünyada ciddi önlemler alınması gereken bir konu. Biz şunun peşindeyiz; yaptırım! Yasalar kağıt üzerinde de uygulamada da oldukça yetersiz. Tecavüz ve dayak neredeyse serbest ülkemizde. Özellikle son yıllarda kadına bakış  ‘tepeden’ belli.
Bangır bangır söyledik, bu politik bir süreçtir diye. Anlatamadık…

Kadını asimile eden zihniyete en çok kadınlar taptı çünkü… Eksildiklerini, yok edildiklerini, kullanıldıklarını ve silikleştirildiklerini anlamaktan aciz kadınlar alkışladı birer hayalete dönüştürülüşümüzü..

Cellatlarına aşık olan kadınlardı onlar çünkü. Kimseye eyvallahı olmayan, ayakları üzerinde durabilen ve erkek gölgesini iplemeyen kadınlardan değillerdi..
Daha geçen gün üst katta kocasından -sürekli dayak yiyen kadına yardım edeyim diye polis çağırayım derken beni alıp götürdüler karakola. Çünkü kadın şikayetçi olmadı. Ben de devlet memuruna gereksiz meşguliyet yaratmaktan bir güzel ceza ödedim.
2003 yılıydı sanırım hatırlayan var mı? Türkiye’de yaşayan kadınların (eğitimli-eğitimsiz, çalışan-çalışmayan) % 61’i şiddeti haklı buldu.
Bazen diyorum ki, galiba Türkiye’de kadına şiddet sadece erkek hegomanyasından kaynaklanmıyor. Kadının, kendisine olan bakış açısı ve kendisini nerde gördüğüyle ilgili de bir problem var. Ne dersiniz?? Bir sünepelik sinmiş olabilir mi  ‘’anlı şanlı Cumhuriyet kadınlarına?’’

Öte yandan İnsan Hakları Derneği Başkanı Reyhan Yalçındağ’ın, eşini kezzapla yakan yaratığın yargılandığı davada verilen mahkumiyet kararına tepki gösterişi de top 10’a girecek cinsten! ‘Kadın, toplumdaki anlayışa ters hareket ettiği için erkeğin öfkesi anlaşılırmış mış mış!!!’

Sen neden doğdun ki.
Kadın, şeriatla yönetilen ya da Müslüman toplumlarda neden daha çok eziliyor? Müslüman kadınların ya da ‘Müslüman geçinen erk’ lerin’ asıl peşine düşmeleri gereken konu bu. Muhteşem bir din olarak lanse ediliyorsa İslamiyet, neden inananları bu kadar zıvanadan çıktı?
Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde de var bu durum diyecekseniz eğer, evet var! Dünyanın her yerinde güçlü olan, zayıfı eziyor. Bazen parasıyla, bazen fiziksel koşullarıyla. Ama HİÇBİR yerde, boşanmak isteyen eşini 17 kez bıçakladıktan sonra YETİNMEYİP, arabayla üstünden geçen adamlar 9 yıl tahrik indirimi almıyor be güzel kardeşim!

Beynin yok fikrin var.
Yeni değil bu mağlubiyet! Bu topraklar acıya gebeydi hep. Güneydoğu’dan Trakya’ya… Sezen Aksu ne güzel söylemişti değil mi?
‘’Yağmuru kim döküyor? Ünzile kaç koyun ediyor?
Dayaktan uslanalı, hiçbir şey sormuyor…’’

Sindirilmemek için, özgürce ve kendisi için yaşamak isteyen… Sadece eşit şartlarda eğitim görmek, eşit şartlarda sağlık hizmeti almak, anne ve babası tarafından erkek kardeşleri kadar sevilmek gibi… Basit ama zor istekleri vardı küçük kadınların.. Suçları büyüktü ve  ‘cezalarını çektiler’.
Önce hayallerimizi baltaladı ‘amca’lar.
Okuyup avukat, doktor olacak genç kızlarımız, 13’üne girip gözünü koca evinde açınca başladı müebbet.. Direnenler oldu elbet! Bir kısmı öksüzler mezarlığında, bir kısmı genelevlerde, şanslı olan çok az bir kısmı ise KADINA ŞİDDETE HAYIR pankartlarıyla meydanlarda…
Bizler ne yaptık peki bu zamana kadar?
8 Mart günü karanfil dağıtan lacivert takım elbiseli  ‘aktörleri’ alkışlamaktan başka ne yaptık?
Biz bir şey yapmadığımız için onlar, ertesi gün yine kızarmış ekmeğini istediği kıvamda bulamayınca ‘depük’ indirmeye devam ettiler.

Bir kadın canice öldürüldükten sonra çözüm odaklı çalışan devlet erkanındaki kadınlar ‘pembe otobüs’ zırvasını gündeme getirdi. Yaratıcılık budur!
Başka bir beyni yanık dedi ki  ‘üniversitelerde akşam eğitiminin saatlerini değiştirelim’ bu şu demek oluyordu, kadın milleti derhal evine gitsin. Belli bir saatten sonra dışarı çıkma hadsizliğini göstermesin.

Kimse idrak etmiyor. Önce zihni özgürleştirmek, önce nefsi terbiye etmek, önce birey algısı yaratmak… Bunlar boş işler gibi geliyor demek ki yüce devletimize..

Ben derim ki bir şamar lazım artık tüm olanlara!
Özgecan gibi bir can daha giderse bu diyardan, evde 3 çocuk yapıp kocasından dayak yiyen kadın da katildir bundan böyle. Sessiz kalıp kenardan yürüyen de..

Rehabilite mi edilecekler? Zehirli et mi yedirecekler bunlara,  ben bilmem orasını!
Çekin o pis ellerinizi üzerimizden!

0 yorum:

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.