Beni Gidemediğim Yollar Daha Çok Üzdü Biliyor Musun?

11:10 Bahar ERGÜL 4 Comments


Epeydir gelmiyordum buraya.. Çok özlemişim Kule Dibini..

İstanbul’a geldiğim ilk günden beri ne zaman ‘kuyruğu’ sıkıştırsam, ya da bana ne zaman ‘gelseler’ soluğu burada alırım. Her ne hikmetse tedavi edici bir yanı var Galata’nın.. Çayın samimiyetine teslim olup ta sakinleşmeyen var mı ki hem?


Geldiler yine bana okur. Pis geldiler bu sefer hem de. 2 haftaya yakın bir süredir kalbime kramplar giriyor, nefes alamıyorum. Babamın tabiriyle ‘eşşek kadar’ oldum hala hata yapıyorum. Çok kızgınım, sıkıldım kendimden. Toparlanamıyorum artık Norah Jones dinleyince.

Ben bu satırları yazarken insanlar geçiyor etrafımdan akın akın. 4. Çayımdan ilk yudumu alırken gözlerim onlara takılıyor. Çok uzun yıllar sadece etrafıma baktım ben. Yürüyüşten anlıyorum artık halet-i ruhiyeyi. İhanet mi etmiş? Yalanlar mı dinlemiş? Yorgun mu, yılgın mı? Savaşçı mı? Bezgin mi.. Siz bana sorun.

Kimin ne olduğunu artık maalesef çok kısa bir süre içerisinde anlıyorum. Anlamak istemediğim kadar iyi anlıyorum hem de.. Çünkü çok gördüm iyi günümde ‘kardeş’ olup, işler boka sardığında arazi olan ‘insanlık’ abidelerini. Dinlemediğim hikaye, şahit olmadığım dolap kalmadı. O sebeptendir kimseye ihtiyaç duymayışım, eyvallah etmeyişim. Kitaplarımı yanımdan bir an bile ayırmayışım. Kulaklığımı herkesten çok sevişim..

Az önce sigaramı yakmak için çakmak istedim yan masadaki çiftten. Feci bir sıkıntı var. Kadın sürekli çocuğa, ‘ben sana demedim mi?’ deyip duruyor. Çocuk çok mahcup, çıkamıyor işin içinden. Yanlış seçim yapmışım diyor kız yüz ifadesiyle, bakışlarıyla… Ne halt edeceğim ben şimdi? Yanlış olmuş bu!

İster sevgili olsun ister eş, ister dost olsun ister kardeş.. Yol arkadaşı seçmek ehemmiyetli bir husus hayatta. Eskiler ‘ahiretlik’ derler, şimdiki literatürde yok bir karşılığı. Çünkü kimse ahiretlik değil artık. Anlık ileti..

Ölümüne dost/ölümüne arkadaşlar da arazi artık. ‘Benim bi derdim var az dinle beni’ desen, tam da o gün önemli bir işleri vardır. Yoksa her zaman yani, lafı mı olur? Git biraz borç para iste, o ay çok sıkışıktır. Olsa asla esirgemez biliyorsundur.

Asla bir yola çıkılmaması gerektiğini ne güzel öğretiyorlar değil mi? Oysa ne güzel yollara gidecektik birlikte! Beni gidemediğim yollar daha çok üzdü biliyor musun okur?

Değişen koşullar yeni pozisyonlar yaratıyorsa orada bir şeyler ters gidiyordur. Nerede olduğunu iddia ediyorsan kıpırdamayacaksın oradan bir santim bile. ‘Kardeşiz’ diyorsan kardeş olacaksın, değilsen hiç bulaşmayacaksın. O işler seni aşar çünkü. Yoksa samimiyetsizliğini de alıp s.ktirebilirsin. Benim için mahsuru yok.

Hacer var mesela... Tolga Bey var, Osman var, Mustafa var.. Esin Abla var, Nurten var, Ömer var, Sibel var.. Ayfer Ablayla Azize var.. Küba gezisinde tanıştığım Canan Ablam var! Gülçin Abla ve Serkan var..! Karanlığımı benden önce fark edip, 'korkma ben buradayım' derler. Hep dediler..! Bilirsin ki senelerce görüşmesen de, dünyanın öbür ucuna gitsen de senin dostlarındır. Yeterler..

Bir de diğerleri var işte.. Hepimize sınav! 

Aynı frekansta olmak, aynı noktaya bakabilmek, benzer yaraları taşımak değil artık mevzu bahis. İşimi görüyor mu? Hayatımı kolaylaştırıyor mu? İşlevsellik temek kriterimiz olmuş, gerisi kimsenin umrunda değil.

Aile ilişkileri bile artık bu çizgide yürüyor. Oğlunu kullanamadığı için nefret ettiği insanlarla müttefik olan bir anne, babasını daha fazla kullanmak için duygu sömürüsü yapan evlat, kızını istediği gibi konumlandırmaya gücü yetemeyince yerden yere vuran başka bir anne.. Babası sağ iken miras peşine düşen bir erkek çocuğu… Daha sayayım mı?

Her şeyi anlarım da, can verdiği evlatlarına nasıl bu kadar zalim olabilir anneler? Bir anne çocuğunu kazanç kapısı olarak görebilir mi? Şimdi cennet bunların ayakları altında mı gerçekten?  

Ben o ailesiyle irtibatı kesip ‘hayırsız evlat’ damgası yiyen insanları çok iyi anlıyorum. Nasıl bir kazık yediyse artık.. Yaş kaç olursa olsun anne baba hep ihtiyaç bir çocuk için… Tokatlama, sen yaptın onu. Emin ol özgür iradesine bırakılsaydı, o da seni seçmezdi. Ama işte onun şansına da sen çıktın.

Ben öz evlatlarıyla protokol tadında görüşen babaları da çok iyi anlıyorum. Kullanılmaktan yorulmuşlardır belki? İhanet en yakınlarından gelince balansları bozuluyor insanın. Kabuğun kalınlaşıyor. İstemeden!

Hal böyle olunca, hayatına sonradan dahil ettiğin insanların ikiyüzlülükleri koymuyor, Koyamıyor. Zaten neydi ki? Diyorsun.. Tesadüfen yollarının kesiştiği başka güzergahların yolcuları onlar. Senin yolun başka..

Geçen gün bir yazıda okumuştum; dünyadaki bütün hastalıkların 'sevgi eksikliği'nden kaynaklandığını savunuyordu yazar. İnsanoğlu içten içe adalet duygusunun tatmin olduğunu hissetmek istiyormuş. 'Haksızlığa uğramak' etrafında döndüğümüz temel parametreymiş hayat boyunca. Çok derinlerde 'beni üzenler de üzülsün' kafası var bence. 

Bir Türk kahvesi içeyim de gideyim..



4 yorum:

Eskidenmiş !

19:36 Bahar ERGÜL 1 Comments



Kimseyle konuşmak istemediğim günlerin sayısında bir artış var. Ağzımı açsam kulaklarım uğuldayacak gibi. Duramıyorum kendi gürültümden. 

Menfaat ve çıkar ilişkilerini eskisi kadar net sınıflandıramıyorum ben artık. Başlangıç ve bitiş çizgilerini kestiremiyorum insanların. Sınır ihlallerinde koyacak bir isim bile yok dağarcığımda.

Ben küçükken, birbirini çok iyi tanımayan, dostluk ilişkileri belirli bir seviyeye gelmeyen insanlar kar-zarar ilişkileri içerisinde hareket eder, -onu da AHLAKSIZLAŞMADAN! yaparlardı.

Şimdi öyle değil, menfaat dediğin canavar herkesin içine kaçmış durumda. Artık insanlar hiçbir ahlaki ölçü koymadan en yakınından başlıyor çıkar gütmeye. En savunmasız olandan başlıyor kullanmaya. Annen olmuş, kardeşin olmuş, kan bağın varmış ya da yokmuş çok önemli değil..

Önceden menfaat ilişkileri uzun yıllar büyükşehirde yaşayıp, ahlaki değerleri/normları aşınan insanlarda, hayat tecrübesi daha sınırlı çaylaklarda ve az önce de belirttiğim gibi daha az sosyalleştiğimiz, daha ziyade ticari baktığımız insanlarda görülen bir 'yanlış davranış' tı.

Şimdilerde ise; toplumun en küçük ve aslında en korunaklı olması gereken biriminde başlıyor çıkar ilişkileri; ailede. Kardeşin, annen, kayınçon, amcan, halan, bilmem neyin başlıyor elindekini kapmaya! Uzaktakilere gerek yok dibindeki dikiyor gözlerini zaten sana.

Bir anne öz oğlunu nasıl kazanç kapısı haline getirebilir? Kopardığını kar sayabilir hiç ihtiyacı yokken? Sırf maddi beklentisini karşılamıyor diye öz kardeşine tavır alırsa bir insan, samimiyeti sorgulanmaz mı?

Yaşını başını almış bir teyze neden yapar bunu iyi kalpli bir ihtiyar olarak hatırlanmak varken? Neden tenezzül eder onu hiçbir koşulda kurtarmayacak(!) şeylere???

Sırf babasının mirasından 3 kuruş daha fazla alabilmek için, ablasının hayatını cehenneme çevirir mi bir erkek kardeş? Ya öz babasını mal mülk sevdasına mahkemeye verenler?

Hiçbir şey çocukluğumuzdaki gibi kalmadı. Buna alışmak hala çok zor benim için. Bu yüzden kendimi çok yalnız hissediyorum. Ben ve benim gibiler kendi kabuğunda mutlu olmayı öğrenmeye çalışırken, dışarıda işler iyice karıştı.

Toplum evrildi, başka bir şeye dönüştü.. ve yazık ki hiçbir şekilde olmaması gereken bir şeye. Bizler de isteyerek ya da istemeyerek -bu kısmı çok ta önemli değil- bu değişimden nasibimizi aldık malesef. Prensiplerimizden, karakterimizden, hayata karşı duruşumuzdan tavizler verdik. İnsanda, insanlık karşılık beklememekle başlıyordu unuttuk.

Hoş! Aşınırken bile menfaatlerimizin derine düştük!

'Bu hayatta sadece ben mutlu olmalıyım' diye düşünen insanlar yüzünden hiçbirimiz mutlu olamıyoruz. Herkeste bir çıkar/menfaat manyaklığı. En yakının dahil, herkes birbirine 'nasıl kullansam?' diye bakıyor.

Yardımlaşma yerine başka şeylere adadık kendimizi. Bir insana yardım etmek, elinden tutmak 'kerizlik' midir gerçekten? Bunca yüzyıllık dünya tarihinde, insani değerlerin ve ahlak normlarının yok olduğu bir döneme denk gelmek hangisi?

Çıkar/menfaat yoksa; dostluk, arkadaşlık, samimiyet, akrabalık ve aile bağları da yok.

Kim kimi ne kadar kullanabiliyor sen ondan haber ver!

Karşılıksız iyilik yapmak eskidenmiş..

1 yorum:

Gidiyorum Ben

02:15 Bahar ERGÜL 0 Comments

Selam,

Çok uzun zaman oldu kalvyemi tıngırdatmayalı. Bazılarınız bana çok kızgın biliyorum. Bazen nadasa çekilmek istiyor insan. Dinlenmek, yavaşlamak, konuşmamak istiyor. Kuracak bir cümlem yok bundan başka.

Telafi edecek yeni bir hikayem olana kadar çıkmak istemedim insan içine. Bilenler bilir, bilmeyenler için belirtmeliyim; hikayesiz yaşayamam ben. Çünkü ne olursa olsun insanı ayakta tutan; hikayeleridir. Kendi hikayeni kendin yazarsan anlam bulur yaşamak.

Gidiyorum ben.
Küba'ya!


En büyük hayallerimden birini daha gerçekleştirmeye gidiyorum. Guantanamera'yı sahibinden dinlemeye!

Che'ye...
Fidel Castro'ya...
Nefes almaya gidiyorum.
Tütün fabrikası gezmeye, puro içmeye, dilini bilmesem de aşınmamış insanlara sarılmaya, aşınmamış mekanlara, makine değmemiş taşlara dokunmaya gidiyorum.
Nefes alan sokaklara, buruşuk yüzlü amcalarla rom içmeye, yaşlı teyzelerle anlamsız anlamsız gülmeye gidiyorum.

Deli gibi yürümeye, fotoğraf çekmeye, zamanı unutmaya ve dans etmeye gidiyorum.

Küba'ya gidiyorum.
En büyük hayalime..
Kendime..!

0 yorum:

Umut İşte.. Belki Bir Gün..

21:35 Bahar ERGÜL 1 Comments




Mutsuzluğun bir rengi var mı?
Neden insanlar gri bakar etrafına mutsuzken mesela?
Renk körlüğü mü yapıyor acaba bu meret?

Sanki sesi de yok mutsuzluğun ne dersiniz? Kulakları sağır eden bir uğultusu var sadece. Etrafındakilerin hiçbir söylediğini bu yüzden duymuyorsun belki de.. 

Olayları, durumları ve kişileri kategorize etmekten hoşlanmıyorum pek. Ama bazen ayrım yapmadan ilerleyemiyorsun. Amacın ilerlemek olmasa bile kendini koruyamıyorsun. Bütün derdim yük olmadan ve yük almadan yaşayabilmek. Bu zaten başlı başına yeterince yorucu ve yorgun hissediyorum.

2 tip insan yaşıyor bu ülkede;

Düzenden ve değişen güç dengelerinden faydalanarak sırtı yere gelmeyenler ve gidişattan acı duyarak köşesine çekilip 'herşeye rağmen' prensiplerine sığınanlar.
                                 
Birinciler hiçbir şeyden rahatsız değil. Etraflarındaki barbarlıklara içerlenip 'bu insanlara ne oldu böyle?' diye üzülenler ise çok yalnız.

Dünya'da 37. yılını tamamlamış, uzun seneler insanlarla iletişim kurmayı reddetmiş ve onları sadece izlemiş biri olarak çok net söyleyebilirim ki; bu ülke iyi niyetli insanların ödüllendirildiği, kötü niyetli insanların cezalandırıldığı bir ülke değil. Tam tersini daha çok gördüğümüzü yazmak bile onurumu kırıyor. İnsan olma çabamı incitiyor.

Etrafım; zengin kız alıp köşeyi dönmek isteyen sözümona erkeklerle, çocuğunu kazanç kapısı haline getiren annelerle, kocasını aldatan evlat sahibi kadınlarla ve işyerindeki mevcudiyetini koruyabilmek için türlü namussuzluğa göz yumanlarla dolduğundan beri inanmıyorum artık hiçbir şeye. İnanılmaz bir arz talep dengesi var sosyal mecralarda, akıllara zarar. 

Sayıları az da olsa iyi kalpli adanların mutlak suretle ucuz kadınlarla sınandığına, şanslı olanların ise en iyi ihtimalle prensipsizleştirildiklerine... Onlar da haklı. Güvenmemeyi deneyimlediler.. 

Alın teri ile evine ekmek götürmeye çalışan insanların iğrenç sohbetlere konu olduğuna, biraz hakkını arayanların şahsiyetsiz kişilerce mağdur edildiğine o kadar çok şahit oldum ki... 

Kolumu kıpırdatmak istemiyorum artık iyi bir insan olmak için. Yıldım, cidden yıldım..

İlkokula başlamamıştım henüz. Benim ısrarım yüzünden, babamla bilmem kaçıncı kez 'Pamuk Prenses ve 7 Cüceler'i izliyoruz. Üvey annesi ve üvey kardeşlerinden hayatı boyunca eziyet gören iyi kalpli güzel prenses, filmin sonunda kralın oğlu ile çok mutlu olmuştu. Babam o gün bana 'gördün mü bak? İyiler mutlaka kazanır kızım' demişti. Bok kazanır.

Öyle olmadığını aşınarak, güvensiz bir insan haline gelerek öğrenmek te benim tercihim olmadı. Gözlerimin etrafında çizgiler belirirken, daha iyi kahkaha atmayı öğrendim. Canım eskisinden daha çok acıyor çünkü.

Önceden çok ta önemsemediğim detaylar, aşılması güç dağlar haline geliverdi. Hani büyüyünce daha kolay olacaktı yaşamak? Herkes işine geldiği gibi.. Çiçek istiyor herkes. Birlikte dikelim yok hiç.

Biz küçükken kim dost kim düşman bilirdik mesela.. ve genelde en yakınından korumak zorunda kalmazdık kendimizi. Sözünün eri adamlar vardı, emek vermeyi bir angarya gibi görmeyen, saçlarımızı okşayan ve yarı yolda bırakmayan

At izi, it izine karışmazdı.

Umut işte.. Belki bir gün.. 

'İyiler kazanır..'

1 yorum:

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.