Optimum!

11:57 Bahar ERGÜL 0 Comments


Tıkanmış lavabo gibiyim hayli zamandır. Üstümdeki birikintiyi atmak istiyorum fakat hava alacak bir delik bile Yok. 

Herşey geliyor insanın başına. Büyük konuşmanın aptallık olduğunu yıllar önce öğrendim. Neyi eleştiriyorsan onun tam ortasında buluyorsun kendini. 

'Seçimlerim' diyorum bu günlerde.. Ne muhteşemler! Bazen göğsümü kabartan, bazen de ağzımın orta yerine eden, beni benden eden seçimlerim..

Yaşamın bir matematiği var ise eğer, ben hiçbir şey anlamıyorum ondan. Kontrolden çıkıyor koşullar ne yaparsan yap. Yuvarlandığın yerle ilgileniyor insanlar, saatte kaç km yaptığınla değil.

Yıllar öncesine gittim bu sabah. Lise 2'deyim. Ergenliğimin çalımlarını atmama fırsat vermeyen çetin koşullar... Ailevi durum berbat; ince bir ipte yürütülmeye çalışılıyor ilişkiler. Yokluk desen nefes aldırmıyor, öyle böyle değil.

Hızla uzayan boyum, çıkamayan ve birer sivilceyi andıran göğüslerim, kısa gelen pantolonlarım.. ve her ağlama krizinden sonra elime aldığım kitaplar... Kaçış böyle başladı; kitaplara, hikayelere, güzel insanların yaşadığı semtlere, tanımadığım adamlara aşık olarak... 

Okudukça derinleşti içeride durumlar. Karıştı sapla saman. Olanlar, olması gerekenler ve gerçekler üçgeninde başladı cendere. 

Bir yanda hayatı anlamlandırma çabası, diğer yanda kendini keşif... Bu yüzden sık sık dile getirişim; kafa karışıklığım yeni değil. 

Sosyal çevrem 'okumuş kız', 'vizyonu çok güçlü', 'bilge bir kız' gibi sıfatlarla tanımlarken beni, içine düştüğüm girdabı anlamaya çalışmakla geçti up uzun yıllar.. Çok az hata, bolca şanssızlık ve hatırı sayılır hayal kırıklığı da eşlik etti bana. İçimdeki deniz sakinlemek bir kenara, daha da yıkıcı dalgalar oluşturdu. 

Şimdiki aklım olsaydı asla bu kadar okumazdım. Çünkü her kitap, her satır ve her hikaye,  'ideal'i tanımlatır insanlara. Uzun süren bir öğrenme/keşfetme neticesinde; İdealist bir insan olmanın lanetiyle mükafatlandırıldım. 

Ailevi, sosyal, mesleki ve özel hayatımda idealist davrandım; aslında hiç tercih etmeyerek. Mükemmeliyetçilik, aklı başında insanların bilerek gireceği/girmek isteyeceği bir labirent değil kesinlikle. 'Olması gereken' ile başlayan cümleler insanın belasını veriyor. Mevlasını buldurmuyor.

Optimum algıyla yaşamaya gayret ediyorsun, ideali yakalamaya çalışıyorsun. Ama hayat öyle mi??? 

En basitinden yaptığım işle ilgili bir örnek vereyim. Uzun zamandır perakende sektöründe çalışıyorum. (Satış dünyanın en stresli işi) Türkiye inişli çıkışlı bir ülke. Haliyle ticaret te inişli çıkışlı.. Çıkışa denk geliyorsan alkışlanıp terfi alıyorsun, inişe denk geldiysen işine son veriliyor. Yaptıkların/kazandırdıkların hiç olmamış gibi hem de. Hadi gel idealist duruşunla dik dur, hadi gel 'olması gereken'le başlayan cümleler kur. Dinleyen olur mu sence? 

Bir kıymetlim 'Bahar kafayı yiyeceksin, biraz akışına bırak' dedi. Denedim. Defalarca hem de. İpleri salmak istediğimde konu kapandı mı peki? 

Neye karşılık olduğunu bilmeden ödediğim bedeller var. Ben bu hayatta kaç kere kıçımın üstüne oturduğumu bilmiyorum artık. 

Dedim ya, şimdiki aklım olsaydı asla bu kadar okumaz, bu kadar ayılmaz, bu bilinç düzeyine gelmezdim. O avm senin bu avm benim gezip vitrinlere bakardım.

Çünkü yüzeyde kalmak iyidir. Belki Daha şuursuz ama daha az sarsıntı yaşarsın. Daha korunaklı ve sonsuz konforludur cehalet. 

Özetle; İdrak düzeyi artınca, mutluluk terki diyar ediyor. Yeni bir keşif yok bu yazıda. Bundan sonraki hedefim; sorgulamamak, anlamlandırmamak, düşünmemek ve hemen yüzeye çıkmak. Özetle mal olmak. 

Siz nasıl ayakta kalıyorsunuz?



0 yorum:

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.