Z Raporu

09:03 Bahar ERGÜL 2 Comments




Görselin tatlılığı (!)

2018 yılında da başaramadık, 2019’un en büyük hedefi olsun samimiyetsizliği ayırt edebilme yetisini kazanmak. Çünkü görünen o ki hayat boyu bununla sınanacağız.

Kötülerin sayısı bizden çok fazla.. Ama gitsen onlara sorsan bu dünyaya barış ve sevgi getirmek temel misyonları! Hepimiz göründüğümüz gibi olsaydık keşke.. 

İnsanlar kendilerine bile dürüst davranamazken, başka birine neden yapsınlar ki bunu? Üstelik saygı ve adalet gibi birçok kavram herkesin diline bu denli pelesenk olmuşken? Saygı? Adalet? Yani ağzına bile yakışmıyor dedikleri bu olsa gerek dediğim trajik fotoğraflar geliyor gözümün önüne. Yıllar evvel bir reklam repliğiydi sanırım; ‘ağzı olan konuşuyor’  :)

Ne fark ettim biliyor musunuz? Önceden aman kırılmasın, saygısızlık etmeyeyim, aman terbiye sınırlarından çıkmayayım diye kimseye ağzımı açıp bişey söylemez hatta hakkımı bile aramazdım. Ama ne yazık ki insanlar, duruşunuzu ve sakinliğinizi sizin yetersizliğinize yoruyor. Ki bu da ahlaksızlığın başlangıç noktası.

Başlangıç diyorum çünkü asıl film bundan sonra başlıyor. Kendisi gibi bir haysiyet fukarası bulup (bu tipler birbirini çok hızlı bulur), sizin başınızı yiyorlar.. Babam hep derdi ki; korkacaksan ayak takımından kork bu hayatta. Gerisini varsa zekanla ve yeteneğinle çözersin.

Şimdi ne mi yapıyorum? Ulu orta ağızlarına edip bırakıyorum ve kimse bir şeye cüret edemiyor.

Çok ilginç değil mi sizce de? 
İnsanlara insanlık yaramıyor?

2018, hayatımdaki bütün yıllardan farklı bir yerde duracak benim için. Gözüm 33 yaşımda açıldı :)

Hayatım boyunca unutamayacağım mesleki bir tecrübe edindim 2018 yılında. Birbirinden arsız, birbirinden utanmaz ve kalpleri lağım kokan insanları bir daha hayatım boyunca aynı platformda görebileceğimi sanmıyorum. Dünyada bir tane böyle bir oluşum vardır. Diliyorum ki kendileri gibi insanlara denk gelsinler ve hayat boyu burunları boktan kurtulmasın.


2017’nin son güzelliğiydi sanırım, Star Wars. Aklımda kalan bir kaç replikten biri şuydu; nefret ettiklerimizle savaşarak değil, sevdiklerimize sahip çıkarak kazanabiliriz... 

Sevdiklerimize sahip çıkarak!

Yeni kitaplar ve yeni yolculuklar istiyorum 2019’dan. Bir de sükunet... Bunlar benim huzurlu bir hayat sürebilmek için yeterli olan şeyler... 

163 kitap ve 72 film sığdırabilmişim 2018'e. -Kepazelik :( 

Karaktersiz, şahsiyetsiz, çirkef insanlara laf anlatmak için harcadığım zamanları nasıl telafi edeceğim sorunsalı ise havada. 

2018 şunu kazıdı aklıma; seninle gelmek isteyen, sana rağmen geliyor, istemeyen bahaneler üretiyor. Bekleme. Oyalanma. 

Sen yoluna bak! 

Bu dünyada iyilik yaparsan iyilik bulursun. Kötü bir kalbin varsa işler hiçbir zaman yolunda gitmez. Başı beladan kurtulmayan arkadaşlar bu konuya biraz mesai harcasa keşke! 

2019 hepimize önce samimiyet, sonra güzel gören gözler getirsin.. Gerisi kolay..! 





2 yorum:

'Şey'ler...

02:08 Bahar ERGÜL 1 Comments



Selamlar,

Epeydir toparlamaya çalışıyorum kafamı 2 kelam edebilmek için. Kafamın içi yüzlerce ‘şey’ ile dolu. Düşünce olma tutarlılığını gösterememiş, anlamlı bir bütün oluşturamamış, fakat varoluş çabasından da vazgeçmemiş bir sürü ‘şey’.

Gezegenler arası yolculuk ne zaman başlayacak? diye uykularım kaçıyor. Bir de yapay zeka’ya sardım. Bir süre sonra kontrolden çıkacağı bilinen ve mutlak surette insanlığı asimile edeceği aşikar olan bir tür için neden kendimizi yırtıyoruz ki? Biz ne olacağız bunlar insan gücünün yerine geçince? Kaynaklar da tükeniyor üstelik.

Bence bu zengin ve nüfuzlu insanlar,  robotları/yapay zekayı dünyadaki dengeye/devinime adapte edip, başka bir gezegene gidecek. Ben zaten o zaman geldiğinde de fakir olacağım için beni kasan bişey yok aslında.  Fakat sürekli bunları düşünmem hangisi? Artık, nasıl bir ruh hastasına dönüştüysem yıllar içinde.

Bu ara ne konuştuğum lafın hayrı var, ne de yazdığım şeyler bi boka benziyor. Ne kadar konuşursam konuşayım derdimi anlatamıyorum gibi geliyor bana. Acaba ben ifade becerimi mi kaybettim? Yoksa onlar işlerine geldiği gibi mi algılıyor? Bak burası çok sıkıntılı. Herkesi vahşileştirir.

‘Çok sevdiklerinin yaptığı şeyler için bile artık üzüntü duymamak’ nasıl bir şey okur? Derinlerde bir yerlerde... Bir keşif halindeyim. ‘Aaaa bu burada mıymış?’ Dediğim şeyler var.. Bir de, ‘bunu buraya nasıl koymuşum?’ dediklerim.. Tam teşekküllü bir süreçteyim. İçimde bir şeyleri tasfiye diyorum. Ama kimi? Neyi? Biliyorsam öpsünler. Hem şaşkınım, hem üzgünüm hem de müteşekkirim. Tuhaf. Yani acıyor, ama neresi diye sorsan gösteremem. Ne bunun adı?

Geçen gün şirketin önünde sigara içerken kocaman korkunç bir böcek yanımdaki kızın saçına kondu. Normalde hoplar ama görmediği için keyifle kahvesini içmeye devam etti. Görmediğin şeyler rahatsız etmez. Görmemek önemli.

Kendimi çok özledim okur. 

İnsanlara yaptığım küçük jestler, bir süre sonra görevim olup çıkıyor ya hani, işte sevmiyorum ben onu. İyilik yapmak veya iyi birisi olmaya çalışmak, insanı hafifletir. Fakat görev haline gelip, süreklilik gösteriyorsa tadım kaçıyor benim. İyi birisi de olmak istemiyorum, iyilik yapmak ta istemiyorum. Beni hiç olmadığım birisi haline getirdikten sonra karşıma geçip konuşanı da kesmek istiyorum. Çok net.

Zaten kötüleri 'kötü' yapan da bu benim gözümde. İyileri bozuyor şerefsizler. Gidin kendinize bir dünya kurun ve çıkmayın ordan. Artık birbirinizi mi şey'yapıyorsunuz, yalan mı söylüyorsunuz, insan mı kullanıyorsunuz.. Bizi ilgilendirmez, ne haliniz varsa görün. –AMA BİZDEN UZAKTA OLUR MU?

Susmayı öğreniyorum bu aralar. Konuşarak yol alamadım çünkü. Stilin ne olursa olsun, karşındakinin anlama kapasitesini ve ahlakını aşamıyorsun. Sustum bu yüzden. Sükunet çok pis bir vazgeçiştir. Adaletten, haktan, emek vermekten, dürüstlükten, özen göstermekten, sevmekten ve sevilme gayretinden… Susuyorum çok ilginç. Zamana bırakmazdım ben pek, bu sefer öyle yapacağım.

Bir şey daha var; uymayan parçayı değiştir. Yoksa iş gören tarafların da çalışamaz hale gelir bir gün. Seni o hale getirenler de arazi olur(üstelik seni suçlayarak). Göt gibi kalırsın. Sahip çık kendine. Olmuyorsa zorlama hiçbir şeyi. Bir şeyleri zorlamak kadar yorucu bir şey yok hayatta. 

Vakit az, koş! 



1 yorum:

Optimum!

11:57 Bahar ERGÜL 0 Comments


Tıkanmış lavabo gibiyim hayli zamandır. Üstümdeki birikintiyi atmak istiyorum fakat hava alacak bir delik bile Yok. 

Herşey geliyor insanın başına. Büyük konuşmanın aptallık olduğunu yıllar önce öğrendim. Neyi eleştiriyorsan onun tam ortasında buluyorsun kendini. 

'Seçimlerim' diyorum bu günlerde.. Ne muhteşemler! Bazen göğsümü kabartan, bazen de ağzımın orta yerine eden, beni benden eden seçimlerim..

Yaşamın bir matematiği var ise eğer, ben hiçbir şey anlamıyorum ondan. Kontrolden çıkıyor koşullar ne yaparsan yap. Yuvarlandığın yerle ilgileniyor insanlar, saatte kaç km yaptığınla değil.

Yıllar öncesine gittim bu sabah. Lise 2'deyim. Ergenliğimin çalımlarını atmama fırsat vermeyen çetin koşullar... Ailevi durum berbat; ince bir ipte yürütülmeye çalışılıyor ilişkiler. Yokluk desen nefes aldırmıyor, öyle böyle değil.

Hızla uzayan boyum, çıkamayan ve birer sivilceyi andıran göğüslerim, kısa gelen pantolonlarım.. ve her ağlama krizinden sonra elime aldığım kitaplar... Kaçış böyle başladı; kitaplara, hikayelere, güzel insanların yaşadığı semtlere, tanımadığım adamlara aşık olarak... 

Okudukça derinleşti içeride durumlar. Karıştı sapla saman. Olanlar, olması gerekenler ve gerçekler üçgeninde başladı cendere. 

Bir yanda hayatı anlamlandırma çabası, diğer yanda kendini keşif... Bu yüzden sık sık dile getirişim; kafa karışıklığım yeni değil. 

Sosyal çevrem 'okumuş kız', 'vizyonu çok güçlü', 'bilge bir kız' gibi sıfatlarla tanımlarken beni, içine düştüğüm girdabı anlamaya çalışmakla geçti up uzun yıllar.. Çok az hata, bolca şanssızlık ve hatırı sayılır hayal kırıklığı da eşlik etti bana. İçimdeki deniz sakinlemek bir kenara, daha da yıkıcı dalgalar oluşturdu. 

Şimdiki aklım olsaydı asla bu kadar okumazdım. Çünkü her kitap, her satır ve her hikaye,  'ideal'i tanımlatır insanlara. Uzun süren bir öğrenme/keşfetme neticesinde; İdealist bir insan olmanın lanetiyle mükafatlandırıldım. 

Ailevi, sosyal, mesleki ve özel hayatımda idealist davrandım; aslında hiç tercih etmeyerek. Mükemmeliyetçilik, aklı başında insanların bilerek gireceği/girmek isteyeceği bir labirent değil kesinlikle. 'Olması gereken' ile başlayan cümleler insanın belasını veriyor. Mevlasını buldurmuyor.

Optimum algıyla yaşamaya gayret ediyorsun, ideali yakalamaya çalışıyorsun. Ama hayat öyle mi??? 

En basitinden yaptığım işle ilgili bir örnek vereyim. Uzun zamandır perakende sektöründe çalışıyorum. (Satış dünyanın en stresli işi) Türkiye inişli çıkışlı bir ülke. Haliyle ticaret te inişli çıkışlı.. Çıkışa denk geliyorsan alkışlanıp terfi alıyorsun, inişe denk geldiysen işine son veriliyor. Yaptıkların/kazandırdıkların hiç olmamış gibi hem de. Hadi gel idealist duruşunla dik dur, hadi gel 'olması gereken'le başlayan cümleler kur. Dinleyen olur mu sence? 

Bir kıymetlim 'Bahar kafayı yiyeceksin, biraz akışına bırak' dedi. Denedim. Defalarca hem de. İpleri salmak istediğimde konu kapandı mı peki? 

Neye karşılık olduğunu bilmeden ödediğim bedeller var. Ben bu hayatta kaç kere kıçımın üstüne oturduğumu bilmiyorum artık. 

Dedim ya, şimdiki aklım olsaydı asla bu kadar okumaz, bu kadar ayılmaz, bu bilinç düzeyine gelmezdim. O avm senin bu avm benim gezip vitrinlere bakardım.

Çünkü yüzeyde kalmak iyidir. Belki Daha şuursuz ama daha az sarsıntı yaşarsın. Daha korunaklı ve sonsuz konforludur cehalet. 

Özetle; İdrak düzeyi artınca, mutluluk terki diyar ediyor. Yeni bir keşif yok bu yazıda. Bundan sonraki hedefim; sorgulamamak, anlamlandırmamak, düşünmemek ve hemen yüzeye çıkmak. Özetle mal olmak. 

Siz nasıl ayakta kalıyorsunuz?



0 yorum:

Öperim Gözlerinizden

15:19 Bahar ERGÜL 2 Comments



Bok boku kenefte bulur okur.
Şeş kaza o kenefe düşenlere Allah yardım etsin, dayanma gücü versin. Zira kenefi cennet zannedenler kendilerini paraladıkları ile kalıyor. NOKTA!
‘Allah iyilerle karşılaştırsın’ temennisi değerlidir benim için. Bir o kadar da ütopik. ‘İyi’  geçinenlerin yedikleri haltları gördükten sonra benim için içi çoktan boşalmış bir kavram ‘iyi’.
Meslek hayatımın ilk yıllarını düşünüyorum bu aralar sıkça. Sorumluluk duygusu, çalışma disiplini ve iş ahlakının ne denli önemli olduğunu kendime sık sık hatırlatırdım. Kariyer hedefim title almak değil; elimdeki işi herkesten iyi yapmaktı bu yüzden. Keşke birisi ikaz etseymiş beni. O işler öyle olmuyor; biraz yalakalık yapacaksın, tükürük ve nefesini buna harcayacaksın aksi takdirde sistemin dışında kalırsın deseymiş.

İş hayatında var olabilmenin -bak dikkat et kariyer yapabilmenin demiyorum bile- var olabilmenin ön koşulu; koşulsuz İtaat. Ya da şöyle bir özlü sözümüz var; 'Vardığın yer körse, sende gözünün birini kapat.' 
Ne kadar idealist, çalışma hayatındaki ‘pislik'lerdan (evet var böyle bir güruh), o pisliklerin bir araya gelip mucizevi(!)  işlere imza attığı keneflerden ne kadar bihabermişim meğer!

İdealist olmanın bedelleri/sonuçları ile;  ‘ben gerizekalı mıyım?’ sorusunun hissi inan bana aynı okur.

Konu, verilen işlerin takibindeki performans ya da çalışanların, etik prensipleri ne kadar gözettiği değilmiş. Bunu kaçırmışım ben. Cc kısmı kalabalık mailler atınca ‘ekip çalışması’ yaptığını zanneden, hiçbir iş yapmadığı halde ‘bütün işlere yetişiyor’ görüntüsü veren ve bunu kusursuz bir şekilde pazarlayabilen, her halükarda çantasını taşıtabilecek insanlar bulabilen/inşa eden ‘şahsiyet’lere çok özeniyorum şimdilerde. 

Köpek gibi çalışıp -buna birilerinin g.tünü toplamak da dahil; emek verdiğim bir çok şeyi bile pazarlayamadığım gerçeği gün gibi ortadayken payıma düşen bu oldu en azından. -İmrenmek(!) 

Başkasının tabağındaki yemeğe bakmanın çok ayıp ve çirkin olduğunu 0-6 yaş dönemimde öğrettiler. Öğrenemeyenler ile nasıl mücadele edilir pek bilmem açıkçası.  Benim kafam öyle çalışmıyor çünkü. Mesleğine/yaptığı işe bir gram saygısı olan insanların da vizyonu ya da misyonu bunlar olmamalı zaten. Babamın kartviziti ya da annemin 'bağlantısı' ile bir yerlere gelmedim çok şükür. Arkamda da popomdan başka bir şeyim yok. 
Hayatın; prensipli insanlar ve 'diğerleri' arasında geçen bir mücadele olduğunu uzun zaman önce keşfedip, kendimi bu bok yiyenlerden korumak için hiçbir şey yapmadım. Bende de suç var okur. 

Neyse, Allah iyilerle karşılaştırsın…
Hayatta can sıkıcı şeyler de oluyor bazen.  Hatta bazen normalden biraz fazla oluyor böyle şeyler. O durumlarla savaşmak yerine, objektif bir şekilde mesajı doğru okumak gerekiyor. Bir felaket bile olsa bu, almanız gereken mesajı ıskalarsanız, hayat döngüsü sizi tekrar onunla sınar.

Ünlü bir kişisel gelişimcinin kitabındaki koyu renk puntolarla yazılmış giriş cümlesi  hiç çıkmıyor aklımdan; 
'HAYAT ADİL DEĞİL, ALIŞIN!'

Kimseye kırgın ya da kızgın değilim. 
Etrafınıza yaşattıklarınız, bir gün size de kısmet olur çünkü : )
Öperim gözlerinizden.



2 yorum:

Bu Yüzden Mutsuzsun

01:07 Bahar ERGÜL 3 Comments




‘Saygı’ kavramının bu kadar içinin boşaltıldığı, bu kadar rezil, bu kadar pespaye ve bu kadar gözü dönmüşün bir arada olduğu bir ülkede yaşamaktan bıktım ben okur.

Çok mu sert girdim?

Girsin ne giriyorsa artık.. Zaten bir avuç piçin sesinden başka ses yok!

Sus komutunu almıyor artık dilim. Aylardır yazamıyorum. Ne zaman oturup iki klavye tıngırdatmak istesem tıkanıyorum. Nerden başlayayım? Kime söyleyeyim? Bilmiyorum. Söylemek istediklerim sığmıyor kelimelere, hiçbir cümleye sığdıramıyorum içimdeki girdapları/etrafımdaki dolapları..

Büyük acılar yaşıyor birileri bir yerlerde… Kimse dönüp bakmıyor o tarafa.. ‘Taraf’ olduk hepimiz zaten. Hiçbir şeyden haberimiz yok ama hepimizin bir ‘taraf’ı var çok şükür!

Önceden birine küfür etmek istiyorsam ederdim. Artık değmez deyip geçiyorum. Böyle böyle kayboldu sivri köşelerim. Sen muhatap olmak/seviyesizleşmek istemiyorsun, o seni susturduğunu sanıyor. Gerizekalı çünkü.

Bütün kırmızı ışıklarda aynı şey geçiyor aklımdan; ‘başka bir şey yapmayı denemelisin Bahar!’

Jet hızıyla geçiyor, delip geçiyor, öldürmek istiyor… Sonra bir korna sesi (ve muhtemelen sağlam bir küfürle) kendime geliyorum. Türkiye’deki sosyalleşebilmiş ayıların, seni kendinle bile baş başa bırakmamak gibi bir özelliği var.

İlk Bremen’de girdi bu zehir vücuduma. Anlayamadım. Sonra Küba’da bağırsaklarıma kadar ulaştı. Dünyada para, kredi kartı, makam, lüks, kariyer hırsı, ego ve pahalı kıyafetler olmadan da çok mutlu insanların olduğunu gördüğümden beri kendi hayatımın bir boka benzemediğini düşünüyorum.

Bir kaktüs daha dikiyorum sonra. Her ukdem için diktiğim bir kaktüsüm var. 6 ayda bir topraklarını değiştiriyorum. Rahat etsin ukdelerim…

Pakize 8 aylık oldu. Çiftleşmek istiyor. Kucağıma alıp seviyorum, güzel güzel anlatıyorum; çok küçüksün olmaz diyorum. Miyavlıyor.

Uzun zamandır kimse anlamıyor beni ve artık gerçekten kimseyle anlaşmak istemiyorum. Geçen gün biri bana dedi ki; ‘senin sorunun ne biliyor musun? Sen idealistsin. Bu yüzden mutsuzsun…’

İdealizmin hayal kırıklığından başka bir getirisi yok. Geçtim artık, beni rahat bıraksınlar. Kim ne olmak istiyorsa olsun, hiçbir şeyde gözüm yok. Ezik ve yetersiz olan ben değilim. Ahlak duvarı olmayanlarla kaybedecek saniyem bile yok. Herkesin dili herşeye dönüyor!

2 ayda 13 kitap, 4 şişe şarap, 4 tane 35’lik rakı ve sayısını bile hatırlamadığım bir sürü film bitirdim. Sonra babamı ve çocukluğumu özledim…

Konuşmuyoruz babamla. Bencillik en yakınların yaptığında daha affedilebilir bir şey değil maalesef. Kırgınlıktan bilenmek diye bir şey var okur. Hiçbir alıp veremediğin olmamasına rağmen; kırgınlık var ya… O ayırıyor bütün yolları. Dizleri ağrıyordu. Geçti mi acaba?

 ‘Büyüdükçe öğreneceksin sabrı, deli fişek!’ derdi babam. Büyüdükçe delirdim ben baba. Ruhum hasta uzun zamandır, aklımı korumak için tüm çabam..

Bir delinin güncesidir belki ‘edebi kariyerim’?



3 yorum:

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.