Gökyüzüne Bakmak

09:44 Bahar ERGÜL 1 Comments


Üniversiteye gidiyorum. Annemle dalaşmaya başlamamız kesinlikle yeni değil. 
Geceleri odamda gitar çalıyorum. Bülent Ortaçgil’le evlenme hayallerim var. ‘Eylül Akşamı’nın notalarını çıkarmaya çalışırken ömrüm tükeniyor. Ha bir de hiçbir boka benzemeyen sözümona ‘bestelerim’ var. Çin işkencesine benzediğini her gece kapıma dayanmasından anlıyorum.
Her gece geliyor! Kapımdan ayrılmıyor. Yat zıbar artık!
Kovuyorum.
Söylicem babana diye tehditler savuruyor.
Ertesi gün ‘Sevmiyorum bu kadını’ diye arkadaşlarıma anlatıyorum. Ayıplıyorlar.
Diyemiyorum ki bunları seçmedik. Bunlar seçilmişler değil; verilmişler.
Sevmek zorunda olduklarımız verilmişler değil, seçilmiş olanlar. Bizim seçtiklerimiz. 
Ben bana verilenden memnun kalmadım. Mecbur muyum bunla yaşamaya?
Diyemiyorum tabi o zamanlar.
Korkuyorum beni sevmezler diye.
Herkes beni çok sevsin istiyorum o zamanlar.
Çok sonradan öğreniyorum ki esas olan çok değil, hep sevmek.
Onun da şekline, rengine ve sınırlarına biz karar veremiyormuşuz çoğu zaman. Ne çıkarsa bahtına. 
Şahsen kötü insanlar çıkmadı bahtıma ama ne bilim, sanki daha iyisi de olabilirdi. 


-Bahar Hanım siz evli misiniz?
-Hayır değilim
-Sizinle evlenecek olan kişi çok şanslı, çok iyi bi insansınız.
-Sağol Sertan..


Ne zaman gökyüzüne baksam hep bunu düşünüyorum. İnsanoğlunun en büyük yanılgısı bildiğini zannetmek. İyi bilirsin kötü çıkar. Doğru zannedersin acıya boğar.

Maharet o çizgide ısrarcı olmamak. Alışkanlığa dönüşen paylaşımlarımızı aşk, esaretimizi istikrar diye yutturmaya çalışacak kadar büyük zavallıyız. Bu kafalar da durulmaz, bu mutsuzluklar da bitmez bu yüzden.
Aslında 2 kişilik bir hikayede tek başına savaşmanın yorgunluğu çöktü üstüme. Dünyayı karşına alırsın ama seni yalnız bırakanla savaşamazsın. Kaçak güreşenler, işler sarpa sarınca hayalete dönenler, ölü taklidi yapanlar… Allah hepsine şifa versin. Bu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hastalığıdır -mış gibi yaşamak.
Geçen gece kafamdaki tilkilerle sohbetteyiz. Saat 3’ü geçmiş. ‘Kitaplık leş olmuş, şunu bi temizliyeyim’ dedim. Bir tane çocukluk fotoğrafım geçti elime. Kucağımda oyuncaklar, götümde pazen bir don. Acayip mutluyum, yüzüm cıvıl cıvıl.
Sonra gökyüzüne baktım.
Dedim ki...
Beni niye büyütmüyorsun? Neden sadece cildim kırışıyor? Neden hala hüngür hüngür ağlıyorum bir şeyi paylaşmak zorunda kaldığımda?



Bekledim biraz. Sonra tekrar baktım.

Yanıtları olmayan sorular sormak mantıken mümkün değil. Matematik ve diğer rasyonel bilimler de hemfikir bu konuda. Ama keşke mümkün olsa o önermeler. Her ciyakladığında sordun, soruyorsun ve soracaksın... Hayat hep planlayamadıklarından öğrendiklerin. Bir manevra alanı yok bu konuda maalesef. Başına gelenlerle savaşma yeter.
Boşver. Alicia Keys ne güzel söylüyor..  'If I ain't got you...' Dinle bak, iyi gelecek. Sıkı bir kız. 
Son olarak;
Birisi bir kötülük yaptığında ona yine kötülükle yanıt vermek aciz ruhların işi bana göre. Uzaklaşmak varken neden ellerini kirletiyorsun? Kimse değmez bu hazza. Doğa ona gereken muameleyi senden çok daha yaratıcı davranarak yapar zaten. Genellikle de karşına çıkartır gör diye. Öyle zamanlarda gülmemek gerekiyormuş. Ben gülüyorum gizli gizli. Başıma bişey gelmez değil mi?
Geçen birini gösterdi de bana…
Beter ol dedim; beter ol.


1 yorum:

  1. Ben,sizin bu satırlarınızdan ne kadar haz aldığımdan bahsedecek kadar Türkçe bilmiyorum kelime dağarcığım bana borçlu kaldı sizlerin yüksek ve alıp bir yerlere götüren cinsten kaleminiz :) iyi ki varsınız efendim saygılarımla 🙏🏻🫶🏻

    YanıtlaSil

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.