Kim Ne Feda Edebiliyor?

18:37 Bahar ERGÜL 0 Comments


Hüzünlü bir kalem benim tercihim olmadı hiçbir zaman..

İstedim ki eğlenceli ve kikirdek cümleler dökülsün kalemimden. Okuyanlar kahkaha atsın, çok komik hatun be diye konuşsunlar.. Kelimelerim desibeli yüksek birer kahkaha olup yayılsın...


Ama olmadı.
Gerçekten uğraştım okur.
Olmadı.


İçinizde kelebekler uçuşturamadığım için özür dilerim. Özür dilerken, bu 'takıntılı' (bir okurun tesbiti) hallerimi sevenlere teşekkür ederim. Siz yüreklendirmeseydiniz bu kelimeler burada olmayacak, annem karaladıklarımı bir deli olduğumu da ilave ederek yine çöpe atacaktı büyük ihtimal.

'İçi-dışı bir insan' olmaya çalışırken yıllar harcadım galiba. Ne demekse! İnsanın içiyle dışı bir olur mu hiç?
Toplumun yaptığı bir çok şeyi beceremediğim gibi bu da bir başarısızlık olarak yer aldı sicilimde. Onu da beceremedim çünkü.

İnsan içinde çelişkilerle yaşamaya görsün. Neşem ve kahkahalarım günlük hayatımı bir an bile terk etmezken, gece olunca... Bir kambur beliriyor bedenimde. Çırılçıplak aynaya bakar gibi, utanç içinde bakıyorum yaralarıma. Dünyanın en kırılgan insanı oluyorum, sırça ruhum hortlayıveriyor. 

Uzun zamanlarımı, birinin beni sevmesini dileyerek geçirdiğimi daha önce itiraf etmemiştim. Belki kaşarlık, belki olgunluk bilmiyorum ama bir eşik var hayatta. İnsan o eşiği atladıktan sonra kendisini tüm boktan detaylarıyla kabul ediyor sanırım. (bu arada eşik deyip geçmeyeceksin, kelleyi bırakan, aklını yitiren var orada)

Evet, uzun yıllar sevilmekti tüm derdim, kendini sevmeyen her insan gibi...

Öyle zannedildiği gibi aile sevgisi eksik kalmış, yaşadığı ortamda şiddet görmüş ya da buna şahit olmuş, toplumdan soyutlanmış, sosyal ilişkileri başarısız bir tip değilim. Neden böyle bilmiyorum. Yakınlarda bir dostum bu konuya 'sevme ihtiyacı' diye bir açıklama getirmişti?
Ben sevmek ve sevilmek gibi kavramların etrafında bir hayatı harcamışken, kaderin cilvesi olsa gerek hep aşk'tı yüzüme bakan!

Ya aşıktım ya da değildim.
Sevmedim hiç!


Bu yüzden yakalayamadım hayatımda adına  'istikrar'  dedikleri o kahrolası şeyi. Ya en tepedeydim, ya en dipte. İlişkilerimde bir süre sonra yaşadığım tahammülsüzlüğün de bu noktadan doğduğunu geç keşfettim maalesef. 

Karşıma çıkan insanları değerlendirirken temel parametrem hep bu oldu istemeden. Kim ne feda edebiliyor?

Ayakları yere basmayan hayallerim birer birer yıkılırken de ders olmadı bana hiçbir şey. Hiç akıllanmadım. İstemedim de bunu. Günlük hayatta son derece idealist, mantık abidesi ve  'çok akıllı kız maşallah'  dursamda.. İçerde işler böyleydi. Kurtaramadım kendimi o tehlikeli rampadan. Ya aşık olacaksın ya da defolup gidecek, hiçbir hayatta kalabalık etmeyeceksin. Hunharca gelebilir ama değil.. (senin işine gelmiyordur belki)

Biliyorum ki aynı naneyi yiyen bir ben değilim.
Aşk evliliği yapan arkadaşlarım bir zaman sonra, evi ve arabayı paylaşırken de bu yüzden şaşırmadım hiç. Tanırım çünkü aşk'ın kibrini ve küstahlığını. İnsanları 'aslında' hiç olmadıkları 'şey'lere dönüştüren, bir müddet bu modda kalmalarını sağlayan ve bir sabah aniden defolup giden.. Kalanları serseme çeviren bir şey varsa o da aşk' tı.

Sevgi'yi aşkın devamı gibi algılayanlara ne mutlu diyorum epeydir! Allah onlara acayip güzellikler versin. Yok efendim önce aşık oluyomuş ta, sonra da sevgiye dönüyomuş ta, sonra da saygıya... bla bla bla... Mübarek, az daha zorlasan evrim teorisine dalacak.

Gerizekalı mısın?
Annemle babam 30 yıldır aşkla bakıyor birbirine, sen yüzgöz olmayı 'aşkın sevgiye dönüşmüş versiyonu' olarak algılıyorsan git kendi kapının önünde oyna.

Ne çok şey birikmiş!
Kimseyle konulmaya tenezzül etmediğim için mi acaba?


Bir de benim gibi vakalar var tabi!
Yalnızlığına aşık olup ademoğluna tepeden bakanlar...


0 yorum:

Kaldırıcaz Biraz Popomuzu

20:06 Bahar ERGÜL 1 Comments

Şu yaşıma kadar başıma neler geldi bir bilseniz. Arkadaşlarımdan yediğim kazıklar, aşklarımın verdiği dersler, üç kuruşun hesabını yapan yaratıkların entrikaları ve iş hayatında katlanmak zorunda kaldığım insanlar...

Eminim birçok insan benzer hikayelere sahip ve belki de çok daha kötü yara izlerine. 'Her insan bir dünyadır kızım, kimin ne yaşadığını bilemezsin' demişti babam. Öyle olmasına öyle de.. Esas olan kimin ne yaşadığı değil bence. Nasıl savaştığı?

Tercihlerimizdir böyle zamanlarda duruşumuzu gösteren.

Solucanlar gibi sadece nefes alıp vermek te olabilir seçimimiz, Amazonlar' a havlu attırmak ta. Yılgın birer sürüngen gibi köşelerimize çekilip, hayatımızın geri kalan kısmını 'seyirci koltuğu' nda geçirmek istemek te bir seçimdir, ölene kadar mücadele etmek te. Karar sizin. 

Her insan hayatına değer katmak ister, aldığı nefesin bir anlamı olsun ister. Neden otursun ki seyirci koltuğuna? Hiç olmaması gereken insanlar sahneye çıksın diye mi? O zaman şikayet etmeyeceksin, kadere lanet okumayacaksın. Sen ne yaptın diye sorarlar adama...

Hızlı değişimleri sevmedim hiçbir zaman ama unutmamalı ki insan sürekli dönüşen ve kendi içinde dinamizmi olan bir yaratık. Garip duygular doğurdum ben de kendimi dinlemek için yalnız kaldığım zamanlarda.

Mesela eskisi kadar umrumda değil hayat. Dünyalar başıma yıkılmıyor artık işler yolunda gitmediğinde. Bir yolunu buluyorum yaşamanın. Depresyon kelimesi komik gelmeye başladı artık bana. Hayat her zaman sandığımız kadar acımasız değil, bazen biz büyütebiliyoruz olumsuzlukları.

Sakın bu satırları okurken, muhteşem bir hayatım olduğunu zannetmeyin. Tam tersine! Bu sıralar hiçbir açıdan mutlu değilim. Herşey üst üste gelmeye başladı, farklı konularda sınandığım zamanlardayım. Nefes bile aldırtmayan sıkıntılarımla ayakta kalmaya çalışıyorum. Rüyalarımda bile rahat yok desem inanır mısınız?

Ama korkmuyorum. Eğer sonunda ölüm yoksa umrumda bile değil. Birisi canımı mı sıktı? Tekrarlama şansı vermiyorum konu kapanıyor. Başıma kötü bir şey mi geldi? Dizlerimi dövüp gözlerim kızarana kadar ağlamıyorum. Ne yapabilirim? Nereden başlamam lazım? diyorum ve yürümeye devam ediyorum.

Ha bir de şunu öğrendim; korkaklara hayat da iyi davranmıyor. Biraz kaldırıcaz popomuzu. İnsanlara değil amaçlara göre atacağız adımları biraz. Kimseyi hayatın merkezine almak altın kural galiba?

 
Korkusuzluk, deliliğin yarısıdır. Ben size söyliyim. Kayışın gerçekten attığı bir nokta var. Eğer benzer bir durum varsa tadını çıkarın. Ve unutmayın, kimse indiremez sizi o zirveden : ) 

Bu, sonradan kazanılan bir  'savunma mekanizması'  durumu değil şahsen bende. Hiçbir zaman korkmadım. İlkokuldayken de arkadaşlarım arkamdan deli derdi, 29.yıl biterken de bu sonuçtan kurtulamadım.

Küçükken babamın başına bela olmuştu bu korkusuzluğum. 'Bu çocuk beni öldürecek'  diye beni arkadaşlarına şikayet ettiğini hatırlıyorum. Aynı şekilde annemin de  'bilmiyorum ki kime çekti'  dediğini de...

Halbuki iyidir korkusuzluk... Korkaklığın ağırlığına bakıldığında...

1 yorum:

Paranın Kerameti

13:16 Bahar ERGÜL 4 Comments


Dünyanın değişmez kuraları var. Bazıları çalışır ve sömürülür, ‘sistemin insanları’ ise büyük paralar kazanır. Hiçbir siyasi duruşu ve dünya görüşü olmayan, menfaatleri için kenarda durmayı tercih edenler her zaman kazançlı çıkar. Seyirci koltukları onlar için en emniyetli alanlardır. Bu insanlar kazanmasa bile, en azından zarar görmez. Tek bir amaçları vardır çünkü;  ‘zarar etmemek’. Aslında sisteme de inanmıyorlar. İnandıkları tek bir şey var, o da para.

Çünkü onlara göre, parası olmayan insan ezilip yıpranır hayatta. Ve parayla çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Bu yüzden her koşulda önce kendi cebini düşünmelidir kişi hayatta. Siyasi iktidarlar, ekonomik politikaları ve ülkelerin ekonomik verileri ne olursa olsun, onlar sadece kendi banka hesaplarını düşünürler. Ve sürekli değişmekte olan stratejilerin/sistemin onlara vereceği zararı ya da sağlayacağı katkıyı en ince detaylarına kadar hesaplarlar. Bazen çevresindekileri kırıp inciterek maalesef... Hatta tehlikeye atarak!


Bir bakıma çok ta haklılar. Zaman zaman düşünmüyor değilim. Bu zamana kadar muhalif bir duruşum olmasaydı ve bende mevcut koşullara jet hızıyla entegre olabilseydim, ekonomik standardım bu mu olurdu acaba? Kaç tane iş görüşmesinde boynumdaki dövmeden dolayı elendiğimi bilmiyorum mesela. Ya da ekonomik olarak benden çok çok çok daha iyi durumda olan bazı arkadaşlarım, içtikleri çayın parasını  -sürekli-  bana ödetiyorsa bunda benim hiç mi suçum yok?

Ha umrumda mı? Vallahi değil.
Çünkü hayatımın tek gayesi para değil. Para bu. Burada kazanmazsam başka bir yerde kazanırım. O muhterem arkadaş ta 2 çayı kar zannediyorsa zaten geçmiş olsun. Bu yüzden onursuzlaşmaya değmez. Öldüğümüzde ne kadar zengin olduğumuzu konuşmuyorlar arkamızdan. İnsanlara ne kadar faydalı olduğumuz önemli. İnsanlar için ve Tanrı için..

‘Para bir araçtır’ der babam.
Hayatta kalmak için. İhtiyaçlarımızı karşılamak için. İnsanlara yardım edebilmek için. Mutlu olmak için…

Para bir araçtır.

Tabi ki bu, bizim gibi basit insanlar için geçerli. Basit şeylerle mutlu olan insanlar için... Babam basit bir insan mesela. Hayattaki tek amacı kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek. Ben küçükken hayal kurardık babamla. Eğer bir gün zengin olursak ne yapardık? Ben bir oda dolusu oyuncak isterdim. Babam ‘oyuncaklarını da paylaşmalısın kızım’ derdi. O zamanlar gıcık olurdum, meğer ne değerli bir erdemmiş paylaşmak...!

Anlayamamışım. Hayattaki en büyük zenginlik ‘paylaşma duygusu’. Ne kadar zengin olursan ol, eğer paylaşmıyorsan hiçbir kıymeti yok. Müslüman geçinen servet sahipleri de bilirler ki dinimizde bir hadis var;  ‘Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.’

Hande bi keresinde demişti ki ‘Zengin olmak başka bir şey, bir insanın gönlünün zengin olması başka bir şey Bahar…’ Aynen öyle. Bazı insanlar para için yaşıyor. Bu da bir seçim ve bu da bir duruş sonuçta, eleştirmiyorum. Ama keşke şunu hatırlayabilseler; sadece kendini düşünen insanlar yalnız ölür.

Ha şunu da söyleyebilirsin ;
Kolumda pahalı bir saat, elimde pahalı bir telefon, evimin garajında çok pahalı bir arabayla yaşadıktan sonra yalnız ölsem ne olur? Dünya üzerinde geçirdiğim vakti senden çok daha kaliteli yaşadıktan sonra yalnız ölsem ne olur?

Ben sana söyleyeyim. Şu olur; bankadaki bütün paraların bir süre sonra devlete kalır. Parasını yiyememiş, evlatlarına bırakamamış, kadınını bile mutlu edememiş bir insan olarak bu dünyadan göçüp gidersin. Seçim senin.
Dünya üzerinde 30. yıl bitti. (çok takılıyorum bu 30 mevzusuna)
Tek bir derdim var; kimseye zarar vermeden yaşamak. Kimseye yük olmadan nefes alıp verebilmek. Zaten hayat çok kısa. Bu kısacık süreyi de saçma sapan hesaplarla harcamak istemiyorum. Param varsa iyi standartlarda yaşıyorum, yoksa kötü. Bu kadar net.

Ne zengin bir koca bulmak umrumda, ne de yöneticimin maaşıma ne kadar zam yapacağı.
Birisi bana  -bedava-  çay söyleyince mutlu olmayacak kadar iyi durumdayım en azından.

İyi pazarlar...

4 yorum:

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.