Bir Zombi Dişlese de Rahat Etsem

14:11 Bahar ERGÜL 0 Comments

En basit cihazların yanında bile bir kullanma kılavuzu var. Ne güzel.

Keşke insanlarda da olsa. Nasıl yaşayacağını bilmeyen, 3 kuruşluk menfaat için vücudunda oynamayan uzvu kalmamış 'insancıklar'dan sebep nasıl zayi olduğumuz gün gibi ortadayken... Keşke diyorum, ah keşke...  
- İnsan olmanın temel şartları
- Adalet, din, menfaat, nankörlük ve dürüstlük tanımları
- Kendinden olmayana nasıl davranılması gerektiği
- Tüm canlıların eşit yaşam hakkında sahip olduğu
- Şerefli bir yaşam sürebilmenin olmazsa olmazları
- Nezaketin kimseyi öldürmediği ve örnekleri
- Pişkinlik, utanmazlık ve yüzsüzlükle mücadele etmenin imkansız olduğu 
gibi başlıklar olsa bu kılavuzda ve gerizekalıya anlatılır gibi şemalar eşliğinde izah edilse güzel olmaz mıydı? 

Haysiyetli bir yaşamın ne tür sorumluluklar getirdiğini, zor koşullar altında da doğru olanı yapabilme tercihinin 'insanlık'la olan ilintisini, can yakmadan ve haksızlık etmeden; doğar doğmaz öğrenebilsek keşke bu kılavuzdan... 

Hayatta esas olanın Allah/kitap/din üçgenini dillendirmek değil; kimseye haksızlık etmemek olduğundan bihaber ortalarda gezenler de 'insan' kategorisine girer miydi o zaman? Ya kraldan çok kralcı olanlar ???

Bu ara rehber/kılavuz gibi kavramlara takık durumdayım. Çünkü bıktım yaşını başını almış terbiye olmamışlardan, sosyal statü ve eğitim durumu fark etmeksizin her yöne dümen kırabilenlerden, zekası ve becerisiyle alt edemediğine pislik atan, kimin atına binse ona ağam/paşam çeken ve mahalle yanarken saçını taramakta sakınca görmeyenlerden. 

En iyi ihtimalle 100 yıl sonra kökümüze kibrit suyu dökecek olan Yapay zeka ile uğraşacaklarına, insanlar için 'geri dönüşüm' yapsalar keşke.. Evrimini tamamlayamayanlar 'çöp' kategorisine girse.. Hemen geri gönderilseler.. Kimler düşer can derdine bi düşün :) Bilimin artık insanlığı yüceltecek şeylere mesai ayırması gerektiği kanaatindeyim. (Biz kendi pisliğimizde boğulmadan.)

Yüksek bütçeli zombi senaryoları yazmasın kimse. 

Dünyanın sonunu salak bir virüs değil bu kötüye bulanmış, hiçbir prensibi olmayan, önlerine gelen her güzelliği ve saflığı yok ederken salyalar saçan aşağılık yaratıklar getirecek. 

Birçoğumuz uzun zaman önce insanlıktan çıkıp yaratığa döndük zaten. Zombilerden daha tehlikeli bir tür olduğumuz tartışmaya açık bir konu değil artık maalesef.  Zira yaşamak değil bu, hayatta kalma mücadelesi... Oyun kurucular da uzun zaman önce terk etti etik değerleri. Hayvanlardan ders alır olduk. Ağaçlar, kuşlar, salyangozlar ve çocuklar... Tamamının nefretini kazandık çok şükür (!)

Kılavuz yok. Kargaya güvenenlerin hali içler acısı.
Belki rehberlik kısmı için ebeveynleri konuşabiliriz. Onların niteliğini yorumlama işini size bırakıyorum. Bugün kalbimizi nefretle dolduran bunca sürüngenin de nihayetinde bir anne ve babadan türediklerini düşünürsek; benim için çoktan içi boşalmış ve anlamı düşmüş bir konu. 

Bir yaştan ve seçimlerimizden sonra mücadelemizin temel konusu; kendi yarattığımız karma oluyor. O yüzden gözünü kırpmadan her türlü kötülüğü yapıp sonra da mutlu olmayı beklemesin kimse :) Dağıttığın iyilikler de çıkıyor yoluna, kötülükler de bela olup yağıyor başından aşağı. Buna rağmen ilginçtir şifa arayana ve sorgulayana pek rastlamadım. Anlayamadığımız şeylere b.k atıp yola devam etmek, zeka ve ahlak gerektirmeyen çok daha kolay bir seçenek. Konfor alanlarını terk etmek ise cesaret ve bilgelik istiyor. Bu da öyle her ruhun harcı değil. 

Şuursuzluktan delirip mutluluğa varanlar kalabalık ve özendirici. 

Yoruldum. Başım ağrıyor hep.  
Sen halledersin, güçlü bir kızsın vs vs.. gerçekten duymaya tahammülüm kalmadı. Bi zombi dişlese de rahat etsem.

Bu doz ölümcül okur.
Bu yalnızlık büyük.
Bu çaresizlik delirtecek.

0 yorum:

TEŞEKKÜR EDERİM SANA BAHAR

07:29 Bahar ERGÜL 0 Comments


(Bu fotoğraf 3. yaş günümün kutlanacağı günden. Henüz misafirler gelmemiş, annem bana zorla o iğrenç yeşil elbiseyi giydirmiş ve pastama dokunmama kesinlikle izin verilmiyor. (Yeşil rengin, sonraki yıllarda büyük bir sınav olacağını bilemiyorum tabi o zamanlar...)
Nasıl dertli bakıyorum. Dile kolay 3 yıl devirmişim :) Kim küstürdü beni? diye bizimkileri baya sıkıştırdım ama cevap alamadım maalesef. Hayat boyu yanıt alamayacağım ilk sorularımdan biri olmuş sanırım. Muhtemelen altımda bez bağlı... Hatırladığım kadarıyla bir dediğim iki edilmiyor ama çok zor geçiniyoruz. 30 yıl geçmiş üzerinden.)

Bugün noktaladığım 32. yaşım bana 2 şey öğretti ;
1. Gerçek o.spu çocuklarının anneleri, o işi yapan kadınlar değil.
2. Dünyada yan yana getiremeyeceğin 2 şey var. Birisi yalan, diğeri güven. (Yalan söylediğini bildiğin birine güvenmeye devam ediyorsan gerizekalı olduğun tartışmaya açık bir konu değil.)

Doğanın şaşmaz bir döngüsü var. Yapılan her iyilik ve her kötülük mutlaka sahibine geri döndü, dönüyor ve dönecek... Evren o kadar da başı boş bir yer değil.

Teşekkür ederim sana Bahar.

Karşılaştığın tüm o leş ruhların içinde kaybolmadığın, kimseye borçlu kalmadığın ve herkesten fazlasıyla alacaklı olduğun için teşekkür ederim.

Her konuda ve her koşulda önce hep kendini hırpaladığın, haklı olmayı güçlü olmaya tercih ederken saniye sekmediğin ve en yalnız zamanlarında bile kalabalıklaştığın için sağol.

Vaziyet ne kadar b.ktan olursa olsun ayakta kalmayı becerebildiğin, insan olmanın dünyadaki en önemli/en üstün statü olduğunu unutmadığın ve 'görmezden gelinen'e duyduğun içtenlikli ilgi için varol.

Düştüğün kalktığın ama kalkmak için kimseyi düşürmediğin için teşekkür ederim sana Bahar...

İyi yanlarının gelişemeyeceği hiçbir şey uğruna değişmediğin, ağır bedellerini bile bile onuruna sahip çıktığın ve hiç kimsenin yanında ağlamadığın için teşekkür ederim.

33. Yıla girerken... Karşılık beklemeden yaptığın iyiliklerinde teselli bulduğun için teşekkür ederim sana. Her koşulda 'insan' kaldığın için...

Doğum günün kutlu olsun !

0 yorum:

İnsan Olmanın Maliyeti

23:43 Bahar ERGÜL 5 Comments



( Bu fotoğrafı Erzurum Palandöken'de çekmiştim; 3.200! )


‘İnsan olmanın maliyeti çok düşüktür. Yumurta, sperm ve kafi miktarda şehvet. Ve işte dünyadasın…’

Buna nerede rastladığımı hatırlayamıyorum, sadece gerçekliğe ne kadar derin bir dalış yaptığı düşüncesi hep aklımda. Dünya, bu pervasız varoluşa bir anlam yüklemeyi tercih eden benim gibi küskünlerle dolu.

Tüm canlılar böyle midir? Mesela kertenkeleler de yalan söyler mi? Karıncalar hırsızlık yapıyor mudur mesela? Daha iyi bir yaşam standardı için eğilip bükülen bir ejderha geçmiş midir dünyadan?

Peki insanlar… Yeryüzündeki bütün pis işleri, çirkin güdüleri ruhunda toplarken nasıl rahatsız olmuyor bundan? Üstelik bu kadar kusursuz bir zeka ve beceri ile donatılmışken? (belki de herşeyin başı zekadır)

Kendi kuyruğuna basılmadığı sürece adaleti hatırlamayan, kazık atmayı kurnazlık, mütevaziliği aptallık zanneden canlılardan ne zaman kesin ve net bir çözümle kurtulabileceğiz? Ömrümüz buna yetecek mi? İnsanoğlunun daimi sınavı, ilgili melek o çalgıyı üfleyene kadar devam mı edecek yoksa?

İyiler ve kötüler…

İyiler nadiren kazanır hayatta onu anladık. Diğerlerinin ‘başarısı’ ise mekanik, ahlaksız, kesinlikle hileli ve dijital… Sen hiç olmamışsın ve herşey gri bir atmosferde normal seyrinde devam ediyormuş gibi.

Sadece hatırlanmayı ümit ediyorsun. Unutulmamak iddialı olabilir.

Evet, mağaramdan bildiriyorum. Kafası karışınca mağarasına kaçanlardanım. İlk zamanlar mabetti de oranın da içine ettiler galiba. Bende de var kabahat. Ne bu kırılganlık? Ne bu dozajı kaçmış adalet duygusu?

Fazlaca boş vaktim varmış gibi görünüyor ama her saniyem öyle yoğun, öyle karmaşık ve öyle içinden çıkılmayacak şeyler düşünmekle geçiyor ki.. Saçlarımdaki beyazların arttığını bağırsaklarımdan bile duyabiliyorum..

Senelerce insan olmaya çalıştık. Şimdi kendimizi koruyabilmek, zarar görmemek için ondan/insanlığımızdan uzaklaşmaya çalışıyoruz. Rezalete bak.

Uyuyamyorum.
Çok pis uyuyamıyorum hem de.
Sabah 6..7… Gözlerim hafifçe kapanıyor. Babamı görüyorum sonra. Ama çok az kalıyor.


Bir süredir başıma gelen şeyler şaşırtmıyor beni. Büyümek bu mu şimdi? Ne zaman ‘Bundan daha kötüsü olabilir mi?’ desem, bir sonraki ondan daha kötü. Doğa bazı konularda cevapları hızlı gönderiyor. Ama sadece ‘bazı’ konularda.  

Birkaç hatıram var bu dengeye dair.

İnsanlar ‘karma’nın gücünden haberdar olsalar bu kadar alçalırlar mı sence? Bu kadar iğrençleşip ucu bucağı görünmeyen bir onursuzluk denizinde yüzmeye çalışırlar mı? Bilmem. Gerçekten bilmiyorum. Şeref ve haysiyet öyle göreceli şeyler oldu ki. Herşey güçlü/güçsüz ayrımında.

Ama haklı olmak başka.

Muazzam ahlaksız, karaktersiz ve aşağılık 2 ayaklı canlılar var. İnsan olma onurum kırılır türdeşim olarak kabul edersem. Sürekli onların çok kötü anne babaların elinden çıktıklarını düşünüyorum. Başka türlüsünü aklım almıyor. Dünyaya bu kadar temiz ve saf gelip, böyle leşe bulanabilir mi adına insan denen? Tamam maliyet düşük onu anladık. Anladık ta… Bu kadar sentetik, yanıcı ve uçucu olmanın manası ne ki?

İyice çorba oldun mu? Ol.
Ben günlerdir böyle yaşıyorum.
Çorba gibi…

Bütün insanların içinde onlara mücadele gücü veren ve ayakta kalmalarını sağlayan birer motor olduğuna inanıyorum ben. Yakıtı sevgi, mutluluk ve neşe.

Bazılarında ise birkaç motor var, benim gibi. Sen seslerini dışarıdan duyarsın; gümbür gümbür çalışır. Bi halt olmaz onlara... Düşer bir daha kalkar, sonra yine düşer bir daha ayağa kalkar. Düşer, kalkar. Düşer kalkar…

Bu yazının sebebi ne biliyor musun? 
Ben o motorların sesini duyamıyorum artık. 
Durdular mı yoksa?



5 yorum:

Deneyim Biriktiriyorsun :)

17:02 Bahar ERGÜL 1 Comments


- Yıllardır çalışıyorum, hep aynı yerdeyim... 
- 35’ime geldim daha yönetici olamadım...
- Keşke başka bir iş yapsaydım, vakit kaybettim...

Zaman kaybetmiyorsun kardeşim; deneyim biriktiriyorsun! 

“Eğer algılarınız açıksa, gözlem yapabiliyorsanız, hayatınızın liderliğini almakla ilgili hayalleriniz varsa ve kendinizi geliştiriyorsanız, şu an sadece DENEYİM biriktiriyorsunuz”

Yıllarca, o an ne işime yaradığını anlayamadığım kitaplar okudum. Eğitimlere gittim. Ofis toplantılarına katıldım. Projeler yaptık vs...

Zorlayıcı yöneticiler, rol çalan iş arkadaşları, bitmez mesailer…

Farkında değildim ama zorlukları aşmayı öğreniyordum, ya da işine sahip çıkmayı, emeğime sahip çıkmayı, sınır koymayı bilmeyi vs... 

Sonrasında anladım ki, o deneyimler beni bugünkü Bahar haline getirmiş. O zaman isyan ettiklerime şimdi şükrediyorum. 

Henry Ford 40’ından sonra başarılı olanlardan... 
Milk Shake satıcısı Ray Croc, Mc Donalds’ı 52 yaşında kurdu.. 

O zamana kadar vakit mi kaybettiler? Bence “Hayır” 

Deneyimlerimizin bizi nereye götüreceğini bilmiyoruz, bakış açınızı değiştirin :) 



1 yorum:

İnsanın İçindeki İnşaat Bitmiyor

11:32 Bahar ERGÜL 3 Comments




‘Mutlu muyum? Tartışılır. Ama çok huzurluyum.’
Böyle dedi o ‘değişik’ taksici.

‘Huzuru seç, su akar yolunu bulur. Hayat kısa. Bak bindiğinden beri 10 tane telefon görüşmesi yaptın be kızım. Ne için???

Abi sen ne biçim insansın? Bu müzikleri nerden buldun? Bu nasıl taksicilik, gözlükler de janti?

‘Taksici değilim ki. O kocaman plazalardan birinde bir şirketin genel müdürüydüm. Ciro, hedef, satış, bütçe, büyüme oranları… Bir gün asansörde yığılıp kaldım. Hayatımın en uzun gecesiydi. Düşündükçe nefret ettim kendimden. Bana ait kararlar gibi görünse de neredeyse tamamı çevremi memnun etmek içindi. Ertesi gün şirketten ayrılma kararı verdim. 

Hani bazı dönemler vardır, hissedersin çürümenin içerden başladığını. Dedim ki ben bu gemiyi biraz kızağa alayım. İş stresinden kurtulup gözümü açmam ve kendime şöyle bir bakıp hasar tespiti yapabilmem tam 3 ayımı aldı. Eğitim hayatı, kariyer planlaması derken en güzel yıllarım gitmiş. Ne gereksiz, ne boş savaşlar vermişim. Şirketlere/patronlara para kazandırırken, parayla satın alamayacağın şeyleri kaybediyorsun. Akıl ve ruh sağlığı gibi…’

Ne modern zaman filozofları ne tıp dünyası çare bulamıyor bu yükselen yalnızlığa, bu çıldırtan hıza. Herkes çok entegre ama çok ta şikayetçi. Ayaklarımızdan zincirli gibiyiz asla tanımlayamadığımız arzu ve isteklerimize. Bazıları hayatta kalabilmek için, bazıları başka önemli(!) şeyler için.

Netice itibariyle yıllarımız ‘kariyer hedefli’ esaretle geçiyor. Motivasyon dozajımız da çok insani değil maalesef. Oyunlar artık fazla belden aşağı. ‘Dur yapma! Bunlar burada kalacak. Senin bu evrendeki değerini bunlar belirlemiyor.’ diyemiyorsun. Desen de pek anlayan çıkmıyor.  

Yol zaten çok dikenli, çok kirli, çok yıpratıcı… İnişler ve çıkışlar kimilerini eskitiyor, aşındırıyor, dejenere ediyor; kimilerinin de böyle gözünü açıyor.

Bildiğim bir şey varsa oda; bu uyanış ya da bu idrak yaşla, eğitim durumu ile, sosyo-ekonomik durum ve zeka ile ilgili değil. Tamamen kişinin algısı yani karakteri ile orantılı. Şahsiyetinde ve duruşunda hiçbir şeyi değiştirme gereği duymamış, hep etrafındakilerle ilgili gayri ahlaki manevralara kafa yormuş insanlara bir bakın. Ne bir inşaat var ne bir toz zerresi. Kafaları ne kadar net, cümleleri ne kadar kesin. Hiç mi kafan karışmadı senin bu hayatta kardeşim?

İnsanın içindeki inşaat bitmiyor hayat boyu. Düşüyorsun yükseliyorsun, tekrar düşüyorsun sonra bi daha yükseliyorsun.. Hep inişler bir şey öğretiyor, hep düşmeler eğitiyor. O dönemeçlerde oluyor ne oluyorsa. Yükselirken karşılaştıklarını bilemem ama düştüğünde gördüklerine dikkat et. Çünkü ne olursa olsun onlar gitmiyor bir yere, hep duruyorlar koşullar ne olursa olsun. Hepsi bir çekiç oluyor, çivi oluyor, sunta oluyor, demir oluyor; insanın kendini inşası bitmiyor hayatta.

Bu taksici abi düşüncelere saldı beni. İçimdeki sonsuz gibi görünen hayal kırıklıklarıyla boğuştuğum bir döneme denk gelmesi biraz talihsizlik. Kendime bile zor itiraf ettiğim yanlış kararlarım ve maalesef ki karşılaştığım profillerdeki ahlaki dejenerasyon yüzünden bir türlü planlayamadığım şeyler de son zamanlarda biraz fazla gözüme batmaya başladı. Mutsuz da değilim ama yani sanki bir şeyler 'olmadı' gibi geliyor bana. Tarifi yok maalesef. Bir çemberin içinde koşup duran sıçanlar gibi hissediyorum. Herkesin hayatında alınmayı bekleyen ve fakat hep ertelenen kararları vardır illa ki deyip kendi yakamdan düşmeye çalışıyorum. Ne yapayım?

Çok şeyyapmamak lazım belki de.  Neyse.. Ne diyorduk?
Hep inişler öğretiyor, hep düşmeler eğitiyor. O dönemeçlerde oluyor ne oluyorsa.
Evet kanatıyor, acıtıyor, yalnızlaştırıyor ama düşmek iyidir.
Ne varsa düşmekte var. İnşaata devam! 






3 yorum:

Sen Güzeldin -Edit

09:52 Bahar ERGÜL 0 Comments


12.08.2010
‘Yağmurlu bir Bursa'ya uyandık bugün. Penceremden içeri dolan mis gibi toprak kokusuyla açıldı uykum... Dışarıyı izledim, damlalar yüzüme vurdu. Bir yağmur damlasının yarattığı çağrışım, zihnin en küçük kıvrımlarını bile harekete geçirebilecek kadar güçlüyse, yaşamak gerçekten tehlikeli bir şey...

            Her yağmur yağdığında, üstü tozlanan sandıklarımdan baş edemediğim yaşanmışlıklarım, geçmişim ve kalbimi kıranlar çıkar gelir yanıma art arda...

            Gözleri çok güzeldi. Oldum olası renkli gözlü insanları itici bulan ben, O'nunkilere bakamıyordum heyecandan. Bakabildiğim zamanlarda da yapmadığım sakarlık kalmıyordu zaten. Keramet gözlerinde miydi, bakışlarındaki temizlikte miydi hiçbir zaman bilemedim... Kırılgan, hassas ve naif biriydi. Hayatımda ilk defa biriyle konuşurken dikkatli davranıyordum. O'nu incitmek en büyük kabusumdu...

            Tesadüfler zinciriydi tanışmamız. Hiç planlamadığım bir hayatta, planlamadığım bir şekilde çıktı karşıma. Hani hayatta herşeyin bir sebebi var derler ya, ben sebebini anlayamadığım bir biçimde aşık olmuştum. Onunla birlikteyken zaman hızla akıp gidiyor, gülmekten yanaklarım ağrıyordu. Nefret ettiğim bir şehri ya da hiç dinlemediğim yabancı bir şarkıcıyı sevdirecek kadar değerliydi benim için. Siz bir insanın göz bebeğinin hareketlerini sevdiniz mi? Ben sevdim...

            Çevremdeki herşeye inat O'nunla olmak istiyordum. Ne statüm umrumdaydı, ne kadınlık gururum... Sıkı bir vejetaryen olmama rağmen, iş çıkışı onunla fazladan bir kaç dakika birlikte olabilmek uğruna beni götürdüğü dürümcüye uçarak gidiyordum. (Eve gider gitmez yediklerimi çıkarmayı göze alarak) Aşk buydu işte. Nefret ettiğiniz bir şeyi onunla birlikteyken keyif alarak yapıyorsanız bu aşktır.

            Ayrıldı yollarımız. Yine hiç planlamadığım bir şekilde. O kadar üzüldüm ki... Günlerce hiç susmadan ağladım. Sanırım ruhu bile duymamıştır. O'nu aramamam için oldukça geçerli nedenlerim vardı. Arayamadığım için ağladım, ağladığım için arayamadım... Bu gel-gitlerin aylarca zihnimi meşgul ettiğini itiraf edebilirim. Canım çok acısa da hayatımdan O'nun rengini çıkardım ve şunu anladım ki, bir şeyi ne kadar çok istersen, o şey senden o kadar uzaklaşıyor...

            Aradan geçen zamana rağmen bazen yüzü aklıma geliyor. Bütün incinmişliğimle O'nu çok özlediğimi fark ediyorum... James Blunt'ın bir şarkısı var bilir misiniz?  'You're Beautiful...'

            Bu şarkıyı ne zaman duysam sarsılıyorum. Bulunduğum fiziksel gerçeklikten uzaklaşıyor ruhum... Dünyaya ait algılarımı yitiriyorum. Etrafımdaki herşey silikleşiyor... Çocuk seslerini, insanların gülüşmelerini duyamıyorum. Baktığım yüzler kayboluyor. Kontrolsüz bir şekilde etrafıma duvarlar örüyor, içimdeki mabede sığınıyorum. Sonunda kendime yenilip ağlamaya başlıyorum.

            Kalın çerçeveli kocaman gözlüğümün arkasına saklanıyorum genelde. Yakayı ele verdiysem başka şeyler uydurup söylüyorum çevremdekilere. Beni, aslında bana ait olmayan acılar için teselli etmeye çalışıyor yakınlarım. Başımı sallıyorum sadece. Daha da acıklı bir hal alıyor herşey...

            Utanıyorum... Hem de çok utanıyorum... Korkuyorum bu acizliğin üzerime yapışmasından... Güçlü görünme çabamı yüzüme gözüme bulaştırmanın mahcubiyetine teslim oluyorum. Nihayetinde gözlerimle davalık olduk...

            Büyük ihtimal O'nu ömrümün sonuna kadar bir daha görmeyeceğim. Şimdilerde ise en çok neye üzülüyorum biliyor musunuz?

            Keşke O'na ne kadar güzel olduğunu,
                                                   bir kez daha söyleyebilseydim.’

8 Yıl Sonra Gelen Edit : Bilenler bilir, bu yazı 2010 yılında hayli ses getirmiş, hiç tanımadığım bir çok insandan salya sümük onlarca mesaj almıştım.. Ben bu yazı sayesinde 2010 yılında 2 yerel, 1 ulusal blogger/yazar/yazı ödülleri aldığımı ve sayısız söyleşiye davet edildiğimi söylemiş miydim? Sanırım tam da bu yüzden bir şair;  ‘asıl acılarını sevmeli insan’ diyor.

Acılarının, nasıl kapılar açacağını, hangi kıyılara gidebileceğini ve ancak onlardan bir şeyler öğrenebileceğini kendi başına kestiremiyor insan. (Umutlarını da yine sadece onlara teslim edebilirsin.)

Dönüşümler, yolculuklar, mutluluk arayışları, tesadüfler, fotoğraflar, ilişki denemeleri, bolca sevinç ve dostlukla geçen 8 koca yıl geçti aradan... Başka birine dönüşme sürecimin kolay ve acısız olduğunu iddia edemem elbette.

8 yıl boyunca muhtelif zamanlarda görüştük Yeşil’le. Bana yeni kitaplar verdi, ilkini de zaten hiç ayırmamıştım yanımdan, hiç bilmedi. O hep güzel baktı, ben de yine uzun süre göz teması kuramadım. Bazı şeyler anlatılamıyor ki..

Devamlılık gösteren ve adını koyamadığımız başka şeyler de vardı. Oralı olmadık.

Ben her defasında O’nun derinliğini ölçmeye niyetlendim. O da her seferinde bir öncekinden daha çok acıttı. Kırıp döktü.. Hakkı olmayan bir şeyi ele geçiren her canlı gibi o da düşüncesizdi. Tahmin ettiğimden daha yakındı yüzeye malesef.

Geçenlerde konuyu/tarihsel sürecini bilen bir arkadaşım sordu; ‘gerçekten elinden geleni yaptın mı Bahar?’ 
......
Biz seçimlerimizi yaptık.
Artık bundan sonrası seçimlerin sonuçları olacak...

Bu da bu aralar Galata etrafında dolanırken kulaklığımda çalan ve 8 yıl sonra tekrar bu yazının başına geçiren/bu editi yaptıran şarkı.. 
City of stars...
Are you shining just for me?


0 yorum:

Herkes İnsan Olamaz

10:50 Bahar ERGÜL 4 Comments


Selamünaleyküm.
Selam ve merhaba ile ne oldu? Safımıza, duruşumuza, prensiplerimize sadık kaldık ta ne oldu? Bundan sonra böyle. Sistemin adamı olmaya kara verdim. İnanmanın yobazlık, Atatürkçülüğün dinsizlik anlamına geldiği sistemin.

Sadakat, karşılıksız olduğunda gayet salakça/anlamsız bir duygu. Prensiplerime ve kendime duyduğum sadakatin karşılığı gerçekten çok leş bir his çıktı ne yalan söyleyeyim.  Ben duruşuma sadık olayım, o bana zarar versin? Yok öyle yağma.

Fazla kasıp uzatmayacağım bu yazıda. Küçük küçük diyeceklerim var sadece.

Babam, 'herkes insan olamaz kızım.' derdi. Uzun yıllar insan olmaya çalışmakla geçti, şimdi ise insanlığımdan uzaklaşmak, beşeri vasıflarımı törpüleyebilmek için kendimi eğitmeye çalışıyorum. Ne için? -Kendimi koruyabilmek için. Ne için? -Üzülmemek için.

Bu dünyada salak olacaksın, başka türlü konforlu ve acısız bir hayat mümkün değil. Çünkü kötü insanlar/kötü şeyler/içinde 'kötülük' barındıran herşey; son derece azgın ve cesur. Buna tepkisiz kalabilek ya da etkilenmemek için de salak olmak lazım. Başka türlü mücadele etmekten hayatın tadını çıkarmaya fırsat bulamamış zavallılar olarak geberip gideceğiz gerçekten. (aksini bilen varsa beni aydınlatsın bi zaamet, müşkül durumdayım)

2018 çılgın bir kitap/film/müzik yılı olarak başladı. Delirmiş gibi film izliyorum. Kadıköy sahaflarıyla kanka olduk. Gece, gündüz, vapurda, çay bahçesinde, sahilde.. Sürekli okuyorum, müzik dinliyorum. Ağzım burnum çok üşüyor.

Bu ara eskiye dönüş var mabedimde. Neden bilmiyorum, mağarama girip girip Bülent Ortaçgil dinliyorum. Gece Yalanları ne şarkı ama di mi.. Üniveriste yıllarında dinler dinler bu adamla evlensem nasıl olur acaba diye salak düşüncelere dalardım. Bülent Ortaçgil gibi adamlar hayal ettik, hıyar gibi 'kısmetlerle' vakit kaybettik. Acaba diyorum zeka dediğimiz şey zamanla güçlenen, dönemsel olarak ta yavaşlayan ya da duran bir kavrama yetisi mi?

Mesela rahmetli babannem de bu işin tamamen parayla ilgili olduğunu iddia ederdi. Bi keresinde bana demişti ki 'insanın fakirken kafası da çalışmıyor yavrııımm..' Canım benim :) (En büyük felaketin fakirlik olduğu zamanlarda yaşamayı ne çok isterdim. Düşünsene, herşey yerli yerinde, dünya manyaklarla dolmamış, televizyonların üstüne danteller örtülüyor, şeref/haysiyet insan bedeninde karşılık buluyor, sokaklar herkes için emniyetli, 3 yaşındaki çocuğa hallenen o.ç.ları türememiş, sevdalar mis gibi.. Ama işte para yok.. Ben varım!)

Eylemsel mutluluk diye bir şey var, dönüp dolaşıyor sürekli kafamda. Paylaşımı bol, hazzı yüksek şeyler olduğunda netleşebildim sadece. Nasıl çeşitlendirilebileceği konusunda biraz daha düşünmeye devam edeceğim.

Bu hayatta başarılı olabilmeniz için önce karar verebiliyor olmanız lazım. Kararsızlık kadar lağım kokan bir şey yok. Kötü de olsa bir karar veremiyorum bu aralar. Ne yöne gitmem gerektiğini bilmiyorum, kestiremiyorum. Herşey olabilirmiş gibi geliyor, sonra da hiçbir şey olmayacakmış gibi bir hisse kapılıyorum. Garip bir evre.

4 yorum:

Çemberler

00:47 Bahar ERGÜL 0 Comments



Çemberleri seviyorum.

Keşke doğuştan birer çemberle gelseydik dünyaya. İnsanlar akıl ve ruh sağlıklarını korumakta bu kadar zorlanmaz, saygı kavramı ilişkilerimizin seviye/çizgisini belirleyen şey olmaya devam eder ve iletişim dediğimiz şey bu kadar ütopik bir konu haline gelmezdi.

Kendimi ne zaman kuşatılmış, tıkanmış ya da muhtelif bir nedenle kötü hissetsem aklıma hep çember konforu gelir.

Çünkü çember mesafedir, mesafe ise daha az beklenti, daha çok özgürlük, daha çok mutluluk...

Gözlerini kapatıp bir çember hayal et. İçine istemediğin kadarını alabilen çöp torbaları kadar geniş ve istediğin kadar genişletebileceğin türden. Kontrol sende. Sen karar ver büyüklüğüne.

Konuştuğun dili anlamayan, anlamaktan uzak olan ve anlamaya niyeti olmayan (bu en tehlikelisi), yani sana değer vermeyen, üzen/tüketen ve tüm bunları tarihsel bir sürece yayarak sistemli olarak yapan herkesi bu çemberin dışında bırak. Yani bir şekilde samimiyet sınavlarından geçememiş ve enerji kaynaklarını tükettiğine inandığın herkesi...

Listeyi geniş tut, kimsenin de gözünün yaşına bakma. İnan duygusal kararlar yük. Annen, baban, kardeşin, çocuğun, yöneticin, arkadaşın, komşun.. Orası sana kalmış artık.

Evet zor, radikal ve çok güçlü irade isteyen bir iş farkındayım. Ama şöyle düşün, insan ömrü kaç sene ki zaten? Sana değer verenlerle mi yaşlanmak istersin? Yoksa motivasyonunu sömürenlere karşı dik durmayıp insanların sana istedikleri gibi davranmalarına izin vererek mi?

Kuralı unutma; çemberin dışındakiler ile dolaylı da olsa asla temas yok. Yaklaşmıyor, yaklaştırmıyor ve uzaktan bile o tarafa bakmıyoruz. Bu önemli. Uygulanmayan kararlara gerek var mı?

Mutlu ve dingin bir hayat istiyorsan, önce kötü hissettiren insanları, onların hatıraları ve kötü giden ‘şeyler’i çıkar çemberin dışına.

Göreceksin ki iyi şeyler, kötü şeyleri kovalamadan gelmiyor. Kendi dünyanı kendin yaratmak zorundasın ve bu dünyada barındırdığın insanların sana yaşattıklarından da sen sorumlusun. Değmez mi sence?

Temizlik bitikten sonra derin bir nefes al. Bir çay koy kendine, ya da mis gibi bir kahve... Sonra güzel şeyleri bekle...

Hep geldiler, geliyorlar ve gelecekler..!
Önemli olan senin hazır olman.
Hazırlan. 



0 yorum:

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.