Meyhaneci Karısı

00:58 Bahar ERGÜL 4 Comments


‘Geldi bahar ayları,
Gevşer gönül yayları.’

Bütün yaylarım bağımsız şu ara. Hangisini derleyip toplayacağımı bilmediğimden bu hareketsizliğim. Kim ne bok yerse yesin. Nasılsa olacağına varacak herşey. Başa gelecek olana engel olamıyorsun kaç takla atarsan at. 

Bazı insanlar gökyüzü gibi bakıyor. Kıyısız. Aklım kıyılara gidiyor Nisan aylarında. Meyhaneci karısı olmak istiyorum her Nisan.
Pazardan biraz salata malzemesi bolca roka alayım, 3-4 te limon... Bi de benimkine 2 paket sigara. Kapıda karşılasın çocuklar, hoş geldin yenge deyip alsınlar elimden poşetleri. Mutfakta meze yapıyor olsun emektar usta. Gel abla tadına bak desin. Lakerdalar ve deniz börülceleri yan yana dizili olsun tezgahta.


Yasemin kokusunda öğlen rakısı, atalım iki tek benim beyle. Biraz essin. Müzeyyen Senar çalsın, ‘Şarkılar seni söyler, dillerde name adın…’ Ulan kadın desin. Ömrümü yedin. 
Zorla mı verdiler? Almasaydın ulen deyip kıkırdayayım zamana yenilmiş gıdımla. Gözlerimle sarılayım ihtiyara. Şehir insanları bilmez; gözle sarılmak diye bir şey var. Bazen utandığından, bazen cesaretin olmadığından, bazen kıyamadığından… Gözler iletkendir.

Rakı insanın tuz ruhudur derim hep. Dilini açar, kalbini deşer, kenarda köşede sakladığın ne varsa çıkar meydana. Yaralarını hatırlatır. Tuttuk bir meyhane yolu. Rakılar buzlu, mevzular derin, çıkmazlar kallavi... Zeki Müren çalıyor; 

‘Elbet bir gün buluşacağız…’

Anason kokusuna teslim herşey. Levrek marin var tabağımda, biraz da beyaz peynir. Deniz börülcesi yokmuş biraz bozuğum. Yan masada yaşlı bir amca oturuyor. Yanında daha genç ama yorgun bir adam. (Yorgunları, rakı masasında sessizleşmelerinden tanırsın.) Adam Atakan Hocaya benziyor. Atakan Hocam sen ne güzel bi insansın. Allah ne istiyorsan versin sana.

Ahtapot ızgara istedi masaya. Ankara’da keşfetmiş, bir iş gezisi esnasında.
Dedim Ankara? Ahtapot? Deniz olmayan yerde?
‘Para olan heryerde herşey bulunur kızım. Ah o namussuz para…’

Kızım kelimesine takıldı aklım. Erkekler sevdiği kadınlara kızım desinler ne olur. Çünkü kızım demek seni atamam satamam demek. Ne yaparsan yap bendesin demek.

Amca çok tatlı. Üzerine limon sıkılmış biraz ayva uzatıyor. Kendi tabaklarından bize de bölmüş. Dedim ne işe yarıyor bu? Midenin asidini alır kızım, ertesi gün rahatsız olmazsın. Güldü sonra, ‘gençken biz de bilmezdik’. Amcam çok çam devirmiş. 

Rakı içen adamlara dikkatli davranın.
Hassas ve kırılgan adamlar bunlar.
Orospu çocukluğu yapmayın.

İnsanın yaratıcısı burda diyor kalbini göstererek. Vicdanın varsa gerisi çok önemli değil. Siktiret. Yanlış anlama he mi kızım. Zoruma gidiyor benim… Bu insanlar çok adi. 

Zorumuza gidenler diye bir başlık oluştu içimde. Listenin sonu gelmedi. Heyt be, ne ara dolmuş bu defter. Allah’ım dedim, rakılıyım affeyle; elinde bu defteri silecek bir silgiyle gelsin gelen.  
‘Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim….’

Gönül dediğin yer bir göz oda. Tek kişilik.
Bazı yollar izahsız. Sonu hüsran da olabilir, bayram da. Yıkıldığı yerde kalıp, zorbasının gözlerinin içine bakan adamlar sevmişim hep. 
Hallac-ı Mansur’un sözü aklıma geliyor kadehler ‘sağlığa’ kalkarken; Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.’ Babam derdi ki, insanların bazıları hastalıktan, bazıları sabırsızlıktan ölür kızım. Hallac-ı Mansur gibi adamdı zayi oldu anamın elinde.

Meyhaneye götürün beni ey cemaat! 
Yan masada sessizce rakı içip dertlenenlere irmik helvası ısmarlayıp racon kesen, afiyet olsun evladım derken dili dolanan amcalarla yaşlanmak istiyorum. 

Hesap geldi yan masaya. Amcanın kredi kartının şifresi 1998. Gözümün nuru diyor telefonunun ekranındaki kızının fotoğrafını gösterirken. Babamınki 1985. 

Meyhane babam kokuyor… 

'Fikrimin ince gülü...'



4 yorum:

Gökyüzüne Bakmak

09:44 Bahar ERGÜL 1 Comments


Üniversiteye gidiyorum. Annemle dalaşmaya başlamamız kesinlikle yeni değil. 
Geceleri odamda gitar çalıyorum. Bülent Ortaçgil’le evlenme hayallerim var. ‘Eylül Akşamı’nın notalarını çıkarmaya çalışırken ömrüm tükeniyor. Ha bir de hiçbir boka benzemeyen sözümona ‘bestelerim’ var. Çin işkencesine benzediğini her gece kapıma dayanmasından anlıyorum.
Her gece geliyor! Kapımdan ayrılmıyor. Yat zıbar artık!
Kovuyorum.
Söylicem babana diye tehditler savuruyor.
Ertesi gün ‘Sevmiyorum bu kadını’ diye arkadaşlarıma anlatıyorum. Ayıplıyorlar.
Diyemiyorum ki bunları seçmedik. Bunlar seçilmişler değil; verilmişler.
Sevmek zorunda olduklarımız verilmişler değil, seçilmiş olanlar. Bizim seçtiklerimiz. 
Ben bana verilenden memnun kalmadım. Mecbur muyum bunla yaşamaya?
Diyemiyorum tabi o zamanlar.
Korkuyorum beni sevmezler diye.
Herkes beni çok sevsin istiyorum o zamanlar.
Çok sonradan öğreniyorum ki esas olan çok değil, hep sevmek.
Onun da şekline, rengine ve sınırlarına biz karar veremiyormuşuz çoğu zaman. Ne çıkarsa bahtına. 
Şahsen kötü insanlar çıkmadı bahtıma ama ne bilim, sanki daha iyisi de olabilirdi. 


-Bahar Hanım siz evli misiniz?
-Hayır değilim
-Sizinle evlenecek olan kişi çok şanslı, çok iyi bi insansınız.
-Sağol Sertan..


Ne zaman gökyüzüne baksam hep bunu düşünüyorum. İnsanoğlunun en büyük yanılgısı bildiğini zannetmek. İyi bilirsin kötü çıkar. Doğru zannedersin acıya boğar.

Maharet o çizgide ısrarcı olmamak. Alışkanlığa dönüşen paylaşımlarımızı aşk, esaretimizi istikrar diye yutturmaya çalışacak kadar büyük zavallıyız. Bu kafalar da durulmaz, bu mutsuzluklar da bitmez bu yüzden.
Aslında 2 kişilik bir hikayede tek başına savaşmanın yorgunluğu çöktü üstüme. Dünyayı karşına alırsın ama seni yalnız bırakanla savaşamazsın. Kaçak güreşenler, işler sarpa sarınca hayalete dönenler, ölü taklidi yapanlar… Allah hepsine şifa versin. Bu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hastalığıdır -mış gibi yaşamak.
Geçen gece kafamdaki tilkilerle sohbetteyiz. Saat 3’ü geçmiş. ‘Kitaplık leş olmuş, şunu bi temizliyeyim’ dedim. Bir tane çocukluk fotoğrafım geçti elime. Kucağımda oyuncaklar, götümde pazen bir don. Acayip mutluyum, yüzüm cıvıl cıvıl.
Sonra gökyüzüne baktım.
Dedim ki...
Beni niye büyütmüyorsun? Neden sadece cildim kırışıyor? Neden hala hüngür hüngür ağlıyorum bir şeyi paylaşmak zorunda kaldığımda?



Bekledim biraz. Sonra tekrar baktım.

Yanıtları olmayan sorular sormak mantıken mümkün değil. Matematik ve diğer rasyonel bilimler de hemfikir bu konuda. Ama keşke mümkün olsa o önermeler. Her ciyakladığında sordun, soruyorsun ve soracaksın... Hayat hep planlayamadıklarından öğrendiklerin. Bir manevra alanı yok bu konuda maalesef. Başına gelenlerle savaşma yeter.
Boşver. Alicia Keys ne güzel söylüyor..  'If I ain't got you...' Dinle bak, iyi gelecek. Sıkı bir kız. 
Son olarak;
Birisi bir kötülük yaptığında ona yine kötülükle yanıt vermek aciz ruhların işi bana göre. Uzaklaşmak varken neden ellerini kirletiyorsun? Kimse değmez bu hazza. Doğa ona gereken muameleyi senden çok daha yaratıcı davranarak yapar zaten. Genellikle de karşına çıkartır gör diye. Öyle zamanlarda gülmemek gerekiyormuş. Ben gülüyorum gizli gizli. Başıma bişey gelmez değil mi?
Geçen birini gösterdi de bana…
Beter ol dedim; beter ol.


1 yorum:

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.