Git Artık 2011

18:54 Bahar ERGÜL 0 Comments

Epeydir bekleniyor bu yazı. Son zamanlarda en çok bu soruluyor... ''Yeni yıl yazınızı ne zaman yayımlayacaksınız?''  2011 yılında mutluluktan tavan yapmışım da yazmayı ihmal etmişim gibi...

Herkes kendi çapında hasılat derdine düşüyor yeni yıl arefesinde. Muhasebeciler gibi yıl sonu kar ve zarar çizelgeleri hazırlanıyor, hesaplar tutuluyor... Karın ya da zararın, neye ve kime göre değiştiğini düşünen yok tabi. Kar sandığımız şeylerin, gerçekte ne ifade ettiğini çok çok uzun vaadede anlayabileceğimizi bir kez daha hatırlatmak isterim...

İşin en kestirme yolu; kendimize/çevremizdekilere Tanrı'dan biraz sağduyu ve vicdan istemek bana göre. Bunlar olduğunda yaşamak daha kolay çünkü.
Kabus gibi geçti 2011... Rüya gibi başlamıştı oysa. Hemen bittiğine göre zaten rüyaydı sanırım.

Bahar aylarında başladı tüm talihsizlikler... Önce, hayatım boyunca karşılaşmayacağım kadar iğrenç yaratıklar olduğunu farkettim çevremde. Bir avuç zavallının bir araya geldiğinde neler başarabileceğini gördüm... İkiyüzlülüğün o sonsuz arsızlığını... Sonra işsiz kaldım... Kendime olan güvenim İLK DEFA ciddi bir sarsıntı geçirdi. Sigaraya başladım yıllar sonra. Ailemle aram açıldı bu yüzden. Anneciğim göz yaşları döktü... Bense ciğeri beş para etmeyen insanlar için değerlerimi sorgularken buldum kendimi. Dedim ya, neyin zararınıza neyin karınıza olduğunu anlamanız zaman alıyor...

Kendimi Viyana'da buldum ardından. Yürüdüm... Yürüdüm.. Yürüdüm... Spor ayakkabılarımın altı açıldı Belvedere Sarayı'nın bahçesinde. Yeni fotoğraflar ekledim arşivime. Sokaklarda öpüşen sevgililer, kafelerde oturan buruşuk yüzlü asiller... Kenar mahallelerin kayıp hayatları takıldı gözlerime... Zenci çocuklar sevdim... Her defasında şunu farkediyorum ki hayat, dünyanın değişik kentlerinde farklı şeyler algılamanızı sağlıyor. Nefis bir tatille kendime gelmeye çalışırken ilk defa çok yakınımda olan birini kaybettim...

Haziran ayı.... Canımdan çok sevdiğim amcamın bu dünyayı terk edişi... Bir yanımı da alıp götürüşü... İlk zamanlar kalbim çok acıdı, kelimelerde bir karşılığı yok bunun. Unutmaya çalıştığınız insanlar rüyalarınıza konuk olur, sizi kaçtığınız gerçeklerle yüzleştirmekten kaçınmazlar. Ben hep amcamın kucağında uyuduğum çocukluğumu gördüm gecelerce. Kapkaranlık zamanlardı... Fakat insan acıya da alışıyormuş. O hep yanımda benim...

Yaz boyu gittiğim kurslar, aldığım eğitimler ve iş deneyimlerim yazık ki iş arama sürecinde hiçbir şey ifade etmedi. Anladım ki kafa kol ilişkileriymiş prim yapan heryerde. Koltuğuna aşık insanlarla daha önce de kesişmişti yollarım, fakat işsizlik sürecinde tehlikeli sulara sürükledi bu duygular beni. İnsanlık nasıl bu hale geldi diye düşündüm durdum... İçinden çıkamayınca bıraktım aklımın iplerini...

İş görüşmelerinden somut sonuçlar alamayınca çevremdekiler, ''kariyer yapamadı bari çocuk yapsın'' diye düşünmüş olmalı ki bana koca aramaya başladılar! Kimlerle, nelerle tanıştırıldım bir bilseniz :) Yanağımdan makas almaya çalışan manyaklardan tutun, bacakların eğri mi senin? diyenlere kadar... Anlatsam acayip bir trajedi dizisi olur yemin ediyorum.

Ağustos ayı... Uzun yıllardır tanıdığım çok yakın bir erkek arkadaşımın kanser olduğunu öğrenip ağır bir şok geçirdim. Neden Tanrı benim sevdiklerime dikmişti gözünü? O hastane kokusu var ya, ciğerlerime işledi... O'na güç vermek için maymuna döndüm desem yeridir. Fakat dünyanın en zor şeyidir yakınlarınızı yalanlarınıza inandırmak... Haftada 2 gün kemoterapi için hastanede yatardı. Bazı geceler yanında kalır, O'na sevdiği filmleri, yeni çıkan albümleri ve bilgisayarımı götürürdüm. Dayanamaz kucağımda uyurdu, ben ağlardım... Aylar süren seanslar sonunda şimdi daha iyi. Ama elim yüreğimde, yüreğimse ağzımda yaşıyorum...

Eylül ayı... Sanırım fazla söze gerek yok, herkesi gereksiz bir hüzün basar Eylül aylarında. Ben bu yıl ilk defa doğum günümde irkildim. İlk defa sevinemedim bir yaş daha aldığıma. Sebebini gerçekten bilmiyorum. Sanırım ağır gelmeye başladı bazı şeyler.. Beceremediklerimi hatırladım garip bir şekilde.. Başarılarım bir anda pul kadar değersizleşti gözümde.. Mağlubiyetlerim ya da öyle sandıklarım birer dağ oldu önümde..

Sonrasını biliyorsunuz... Köşe yazarlığı eklendi kartvizitime. Çok keyifli, bir o kadar yorucu ve ciddiye almam gereken bir süreç başladı benim için. Yazılarım bu blogtan taştı... Başka yüreklere değdi. Sohbetlere konuşmacı olarak davet edildim, yüzlerce insan sarıldı bana... Kimileri takdir edip tebrik mesajları yolladı, kimileri yerden yere vurdu kalemimi. Hakarete varmadığı sürece her iki tarafın da görüşünü baş tacı ettim orası da ayrı.

Yeni dostlar edindim, bazılarına ise yol verdim. Onlar gitmeye çok hevesliydi çünkü... İstanbul - Bursa hattında geçti zaman... Önce iş görüşmeleri, daha sonra her daraldığımda Bursa'dan kaçma ihtiyacı sonucunda epey ilerlettik işi İstanbul'la. Hiç unutmuyorum bir keresinde bir iş görüşmesine gidiyorum. Arabalı vapurun güvertesinde çay içerken  -en çok sevdiğim şeydir-  bir martı geminin üstünde döndü, döndü, döndü... Sonra gelip dizime kondu! Tahmin ettiğiniz üzere ben o işi aldım. Şuan çalışıyorum.

Mutlu muyum? Bir işim olduğu için evet. Ne zamandır bana uzaktan el sallayan özgüvenim geri geldi. Bunun, sevdiklerimden uzak ve gerçek anlamda yalnız bir hayat yaşıyor olmak gibi ağır bir faturası olsa da yapacak bir şey yok. Aylardır çantamın bir köşesinde duran depresyon ilaçlarından kurtulmanın mutluluğu bana yetiyor. Şimdi yeni insanlar tanıma, yeni dünyalar keşfetme telaşındayım. Kocaman bir kent var beni bekleyen...

Yeni yıl...
Her yeni yıl sayısız beklentilerle başlayıp, sonsuz hayal kırıklıklarıyla son buluyorsa... Biraz dikkatli düşünmek lazım derim ben. Bir yıldan ibaret değil hayat. Bazen bir yıl yetmez hiçbir şeye... Bazense bir an'dır herşey...

Doğru zannettiğimiz insanlar bir an'da yok olabiliyorsa... Bırakın yıllık kar-zarar hesaplarını... Yarına sağ çıkacağına dair bir senedi olan var mı aranızda? Bu hayatı bir kez yaşama hakkınız olduğunu çıkarmayın aklınızdan olur mu? Gidin sarılın sevdiklerinize. Sarılmak çok şeydir... Arayıp sesini duyun değer verdiğiniz insanların... Önce siz sahip çıkın yaşamak istediklerinize... Benim gibi  ''gurur''  diye saçmalamayın, mutsuz olursunuz...

Saatler 00:00 olduğunda dilek tutmayı unutmayın!

Mutlu yıllar herkese...


Kaleme alındığı tarih : 27.12.2011

0 yorum:

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Blogger tarafından desteklenmektedir.